BIST9.094,53%0,16
USD32.3844%0.12
EURO35,0520%0.10
ALTIN2.326,40%0.26

Fransa’ya, Macron’a ve bizim Fransızlaşanlara ders

Yaşar Değirmenci

Abone OlGoogle News
19 Kasım 2020 08:11

Ali Fuad Başgil anlatıyor:

Senelerden beri ‘Din ve Laiklik’ adlı eserimde hakikatleri yazdığım ve yaydığım için tahammül kırıcı hakaretlere uğradım. Hapsedildim, işkenceye sokuldum ve kitle düşmanlığı kazandım. Babıali’de Türk düşmanı ve cahil kırması bazı yazarlar beni memlekete, hatta hudut dışı memleketlere ‘gerici ve mürteci’ diye tanıttı. Hakkımda yalan ve iftira yağmuru yağdırdı. Fakat ben bundan hiç yerinmedim. Çünkü inanıyorum ki, bu memlekette benim gibi daha beş on gerici ve mürteci olsaydı, Türkiye’miz bugünkü perişan hale düşmezdi. 1961 yılının Şubat ayında Balmumcu hapishanesinde mevkuf bulunduğum sırada Paris’ten bir mektup aldım. Bu mektupta hülasa olarak Le Monde gazetesinin Türkiye muhabirinin bildirdiğine göre, son aylarda Türkiye’de ortaya çıkan anti laik hareketlerin başında siz bulunuyormuşsunuz. Biz buna ihtimal vermedik. Fakat hakikati de bir türlü öğrenemedik. Bizi bu hususta aydınlatmanızı rica ediyoruz deniliyordu. Bu mektuba şu cevabı verdim:

‘Ben Allahsızlık aleyhtarıyım. Bu iki tabirin manaları arasındaki farkı siz Fransız dostlarım çok iyi bilirsiniz. Çünkü Fransa tarihte ve bugün her ikisini de yaşamış ve yaşamaktadır. Ben Fransa gibi medeni bir memleket için laiklik ne kadar lazım ise, Allahsızlığın da o kadar zararlı ve tehlikeli bir gidiş olduğuna kaniyim. Ben tahsilimi Fransa’da yaptım. Allahsız bir cemiyetin huzur ve rahat yüzü göremeyeceğini sizin Alain, Blondel ve Chevalier gibi büyük filozof ve Edgar Quinet gibi devlet adamlarınızdan öğrendim. Memleketimin karşılaştığı bu büyük tehlike ile mücadelem eğer bir suç ise, asıl suçlu ben değilim; bunu bana öğreten Fransa’dır.’ Bu mektubuma verilen cevapta, aydınlatıldığından dolayı, adı geçen cemiyet bana teşekkür etti.” Şimdi ben, hangisini ele alayım. Fransa’yı mı, Macron’u mu, bizim hastalarımızı mı? Fransa’nın tarihi; zulüm, (sömürgecilik, asimilasyon, kendisinin dışındakilere hayat hakkı tanımama, vb.) milleti de zalimliklerle doludur. Sadece Cezayir’e bakmanız yeter! Futbolla ilgilenenler de Fransızların; Cezayir asıllı futbolculara, Fransızcadan başka dil öğretmediklerini, kendi kültürlerini vermediklerini, ailelerini dağıttıklarını, onları köleleştirdiklerini canlı olarak görmüşlerdir. Macron’un İslâm düşmanlığında (basın, yayın, sosyal medya, vs.’de yaptıkları, teşvikleri.) utanmadan yaptıklarına tepkiler gelince viraj alması da nasıl bir Fransa’nın Cumhurbaşkanı olduğunu gösteriyor. Bizdeki muhalefetin yaptıkları gibi. Mukaddesliğin kaynağı ve aslî konusu; sadece imandır, dindir, İslâm’dır. Buradaki hassas sınır şudur: İnsan elbette ki inançlarını yaşarken birtakım maddi imkânlardan ve vakıalardan faydalanır. (Rejimin bazı imkanları da dahil.) Ama o maddi imkânları ve o olguları, mukaddesatının kaynağı olarak görmeye başlarsa, (Laiklik, demokrasi gibi) ifrada düşmüş, sapmış olur. İnsan hakları, demokrasi, benzeri kavramlar, hiçbir zaman esas olmaz. Onlar, esasa muhtaçtır. Yaşama beraberlikleri, paylaşmalar ‘din’ mayası ile kıvamlanmalıdır. Yahya Kemal’in dediği gibi ‘milletlerin mayası kan değil, dindir’. Batı’da da öyledir. Hiçbir düşünce bu hakikati inkâr edemez. Bu milletin sosyal dokusu. Kendi fıtrat ve asliyetinin dışında başka hiçbir bünye ile bağdaşmaz, başkasının ağzıyla yemek yenmez. ‘Laiklik’ dayatması bu milletin ‘iman yüreği’ni hançerlemektir. Din’e toplumsal hayatın kapılarını (laiklik, demokrasi, vs. toplumsal hangi isim altında olursa olsun) kapatırsanız dinin zayıflaması devlet için tehlikedir. Devletin sahibi millettir. Milletin dini, milletin manevi yapısı, devletin himayesi altındadır. Siyaset bir araçtır. Siyaseti amaç edinmemek şartıyla, insan kendi gayesinin, ideallerinin gerçekleşmesi yolunda kullanabilir. Statükoya razı olmak, her şeyi olduğu gibi kabul etmek, buna kendini uydurmanın mazereti olmaz/olamaz. Ülkeye, milletimize ve insanımıza sahip çıkmak birinci görevimiz olmalıdır. Halkta iman şuuru uyandırılmalı. Halk dindar olmazsa, ne ilim ne de teknik insanları koruyamaz/himaye edemez. Halkın dinen zayıflaması, devlet için tehlikedir. Sadelik, güzellik, temizlik, aydınlık, incelik, sağlamlık, çalışkanlık daima övülmüş, perişanlık, derbederlik, düzensizlik, meskenet, zulmet daima kötülenmiştir. Mesele ölçü ve denge meselesidir.Dünyaya bağlanan ona köle olur. Onu ahretin tarlası olarak görene, dünya köle olur. Geminin yüzmesi için suya ihtiyaç vardır. Ama su geminin içine girerse onu batırır. Gemi için su ne ise, mümin için dünya odur. İnsanlık, acılar, bunalımlar içinde. Dengenin niçin bu kadar önemli olduğunu anlamak için dengesizliğin ne kadar tehlikeli olduğunu bilmemiz gerekiyor. Bu millet, uhuvvet ve muhabbet kusuru işlememiştir. Tefrike (ayrıştırmaya) ve tecride (toplumdan ayrı yaşamaya mahkûm) etmemiştir. Biz; tarihiyle, irfanıyla, sanatıyla, edebiyatıyla, beşeri ve iktisadi coğrafya şartlarıyla kaynaşmayı/kaynaştırmayı bilmiş/başarmış bir milletiz. Bunları bile hatırlayamayan, hafıza kaybına uğramış/uğratılmış insanlar gibiyiz. Bu millete kavramları unutturmakla kalmadılar, ‘algı operasyonu’ yaptılar. Vatan, millet, ümmet, medeniyet, (uygarlık), kutsal (mukaddes), vs. Bütün kavramları yerinden oynatmadan, kendi kültür ve medeniyet bakışımızla değerlendirmeliyiz. Bütün bunları bu vatanda halledeceğiz. Doğusunda, batısında, kenarında, köşesinde değil; birliğinde, bütünlüğünde.

Yaşar Değirmenci

Akit TV köşe yazarı