BIST9.798,04%0,78
USD32.506%-0.19
EURO34,9239%0.20
ALTIN2.432,58%0.39

Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerini anmak ve anlamak

Yaşar Değirmenci

Abone OlGoogle News
16 Eylül 2020 09:25

Kur’an’ın raflarda bile saklanamadığı (suç aleti olarak görüldüğü) ezanın dört duvar arası bir hücrede bile orijinal haliyle okunamadığı, iman-İslam-Kur’an demenin suç sayıldığı, cenaze yıkayacak imam bulunmadığından cenazelerin koktuğu, Kur’an’ı gizli gizli okuyanların bile Jandarmalarda, Karakollarda hesaba çekildiği döneme ‘dur’ diyen kahraman…

Belli başlı mütefekkirler Süleyman Efendi’de dört mümeyyiz ve hâkim vasıf tesbit etmişlerdir. İstikamet, ilim, muhabbet, tefekkür. Birincilikle bitirdiği Medresetül Mütehassısinin (Süleymaniye Medresesi) Hadis ve Tefsir Şubesi müderrisliğinde bulunmasının payı büyüktür. İlaveten Medresetül Kuzâttı da (Hukuk Fakültesini de) birincilikle kazandı. Mezun olup kâdılık (hâkimlik) rütbesine de ulaşmışlardır.

“Kızım Fatıma! Babanın Peygamber olmasına güvenme! Ameline dikkat et!” diyen bir Peygamberin varisi oldukları için talebelerini hiç rehavette bırakmayıp amele teşvik ettiler. Peygamberimiz bugün hayatta değil ama O’na gönderilen Kitabımız Kur’an-ı Kerim, O’nun Sünneti/hadisleri var ve hep var olacak inşallah. Bu hizmeti yapan, neşreden, koruyan, kollayan, hassasiyet gösteren Süleyman Efendi ve onun gibi Allah dostlarının, dinine sahip çıkan bütün mü’minlerin de Peygamberimizin Ebu Katâde Hazretleri için söylediği duaya mazhar olacakları kanaatindeyim: “Peygamber’ini koruduğun gibi Allah da seni korusun.” Süleyman Efendi Hazretleri dersiâmlık yapmış ilim adamlarına, talebelerini gönderir; talebelerini imtihan etmelerini, din ilimlerinin yeniden ihyâ edilmekte olduğunu görerek sevinmelerini arzu ederlerdi. Onları ümitsizlikten kurtarır, ilimlerin devrin boğucu şartlarında dahi kalkmadığını/kalkmayacağını göstermek isterlerdi. Nitekim dersiâmlardan Ali Haydar Efendi, Ahmet Hamdi Akseki, Ömer Nasuhi Bilmen ve Hasan Basri Çantay gibi pek çok zevâta, bu vesile ile talebelerini göndermişlerdir. Onları ziyadesiyle sevindirmişlerdi. Süleyman Efendi, tasavvufu, İslâm’ı daha özenli ve kahramanca yaşama ve insanları Allah’a davette daha muvaffak kılan bir imkân, bir vasıta olarak görür. Bu yolda ilimden/usulden hiç kopmaz, âyet ve hadisleri hayat tarzına taşır. Tasavvufu; İslâm’ı muhabbetle yaşamanın yolu olarak gösterir. Talebelerinin ondan en çok işittiği nasihatler şunlardır: “Keramet peşinde koşmayınız. Havada uçmak keramet olsaydı, kargalar, yarasalar da havada uçuyor; denizde yürümek keramet olsaydı, köpekbalıklarından diğer mahlûkata kadar bir sürü varlık da bu işi yapıyor. Asıl keramet; Allah’ın dinine hizmettir. İstikamet üzere olmaktır.” Bugün çekilen bütün sıkıntıların temeli bu hassasiyetten uzaklaşmadan dolayıdır. Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, Müslümanlığı cemiyetten uzakta yaşamak yerine, cemiyetin içinde yaşamayı/yaşatmayı tercih etmiş ve Şahı Nakşibend hazretlerinin “Zâhirimiz (dışımız) halk ile bâtınımız (içimiz) Hak ile” sözlerini hem yaşamışlar, hem de yaşatmışlardır. Münzevî hayatı değil, milletin içinde bir hayatı seçmiştir. Süleyman Efendi, hayatının hiçbir zerresinde şer’i hükümlerden ve emirlerin hiçbirisinden zerre kadar fedakârlık etmemiştir. Hatta yakın arkadaşlarının Süleyman Efendi hakkındaki serzenişleri şöyle idi: ‘Efendi Hazretleri çok iyi insan fakat pek fazla müteşerri!’ Yani Efendi Hazretleri çok iyi insan fakat şeriata çok fazla bağlı. Pek tabii bu bir kusur değil, meziyetlerin en büyüğüdür. Süleyman Efendi, şer’i meselelerde son derece celalli, beşeri münasebetlerinde ise halim-selim ve müşfik idi. Dünya hâdiselerini yakından takip ederdi. Her sabah bir “Yeni Sabah” gazetesi aldırıp, dış politika yazarlarının yorumlarını ve önemli haberleri talebelerine muntazaman okuttururlardı. ‘Ah bir gazetemiz olsa, ah bir radyomuz olsa…’ diye dertlenirlermiş. Dünyadaki Müslümanların meselelerini, dert ve sıkıntılarını yakından takip eder, yerine göre câmi kürsüsünden cesurca dile getirirdi. O devirde birçok vâizler netameli hâdiseleri Câmii kürsüsüne getirmeye cesaret edemezken o, zaman zaman devlet adamlarını bile ikaz ederdi. Camii kürsülerinde; Fransa işgalindeki Cezayir’le ilgili olarak ‘Hükümet Cezayirli Müslümanlara yardım etmiyor, bari biz dualarımızla oradaki kardeşlerimize yardım edelim’ diyerek dua etmişler, talebelerinin dikkatini ‘Dünya Müslümanlarının üzerine çekerek onlara ‘Ümmet Şuuru’ vermişlerdir. Vaazlarında Sultanahmet Camii’nde ‘Ey Menderes! Size sesleniyorum Ayasofya’yı aç! Bu şeref sana nasip olsun.’ hitaplarıyla devrin başbakanını ikaz etmişlerdir. Fethin sembolü, Peygamberimizin müjdesinin tahakkuku olan Ayasofya’nın önemine en üst seviyede dikkat çekmiştir. Dinî neşriyata ehemmiyet vermiş, Necip Fazıl’a ‘Büyük Doğu’ mecmuasını çıkarmasında mânevi teşvikleriyle ve hanımına ait bir evini satarak büyük maddî yardımlarda bulunmuşlardır. Türkiye’de Siyonizm tehlikesine karşı milletimizi uyarıcı eserler neşreden Cevat Rifat’a en büyük yardımı Süleyman Efendi yapmıştır. Din Adamlığını dininin adamı görüyor ‘Efendiler! Hocalık bir meslek, bir ekmek teknesi değildir. Hocalık Allah’ın, Resûlullahın, Kitabullahın ve İslâm’ın tebliğ memurluğudur’ diyerek bu ulvi vazifeyi sadece devlet memuriyetinden ibaret görenlere de iyi bir ders vermiş oluyorlardı. 5 M ile son: Mücahiddi. Mürşiddi. Muallimdi. Mürebbiydi. Müceddit idi.

Yaşar Değirmenci

Akit TV köşe yazarı