Üstad Sezai KARAKOÇ’tan Kavram Dersleri
Yaşar Değirmenci
Terörle ortak hareket eden, devlet ve millet düşmanlarının suç örgütlerine sahip çıkan muhalefet bu milletin başına bela. Yaptıkları çalışmaları, irtibatları delillerle ortaya konup haklarında mahkeme kararıyla terör örgütünün Belediye Başkanlıkları görevine kayyım verilmesi muhalefetin başındaki şahsın aveneleriyle yaptıkları çığırtkanlık ve çıkardıkları olaylar bana üstad’tan kavramlar dersi vermemiz gerektiği düşündürdü.
Birlikte okuyalım:
“…Herkesle biz iyi geçiniriz. Bütün insanlığın iyiliğini istiyoruz. Kimseye düşman değiliz. Hiçbir halka düşman değiliz. Zaten o halklar değil, onları yönetenler yanlışlık yapıyor. Biz isteriz ki insanlık huzur içinde olsun, barış içinde olsun. Ancak bunu; bizim esaretimiz pahasına, inancımıza, dinimize, medeniyetimize hakaret, ülkemizi işgal pahasına kabul edemeyiz. Herkesin iyiliğini istiyoruz, savaş da istemiyoruz fakat biz de kendi İslam alemimizi kendimiz dirilip kendi birliğimizi kuracağız. Bunu kurduğumuz zaman insanlık huzura kavuşacak.
… Maksat parti değil, günlük siyaset değil. Amacımız İslam âleminin dirilişidir. Harekettir. Bu harekete sahip çıkın, büyütün geliştirin. Bu, belki de İslâm’ın doğuşundan sonraki en büyük var olma savaşımız olacaktır. Haçlı Seferlerine, Moğol İstilâsına uğradığımızdan daha beter bir saldırı ile karşı karşıyayız. Bu yüzden, bu savaşı kazanırsak, yeniden doğmuş ve dirilmiş olacağız. Bu, ikinci Doğuş olacaktır.”
“…Millet kavramını, yüzyılımızın düşünürleri ve bilginleri, 19. yüzyılda Avrupa’da oluşan kavramla sınırlandırdılar. Oysa Kur’an-ı Kerim’de (millet) kelimesi aynen geçmektedir. Hristiyanlıkta dini cemaat vardır. Bu yüzden Avrupa’da millet mefhumu, çok sonraları doğmuştur. İslâm’ın terimleri ve müesseseleri kendine mahsustur. İslâm, cemaati değil, milleti tanır. Ancak bu millet; Avrupa’da oluşan milletle içerik bakımından aynı değildir. (İngiliz bursuyla okuyan tepedeki adamların; zalime Thatcher’in cenazesine ilgilerini unutmayın!) Avrupa’nın tanıdığı millet, temelde ırka ve dile bağlı, biraz da pratik olarak, şu bu siyasi, tarihi sebeplerle oluşmuş devlet ve ülke içindeki halk için kullanılan bir deyimdir. Oysa İslâm’ın millet kavramında, ırk, dil unsurları etkin değildir. Millet, İslâm anlayışında, aynı inancı paylaşan insanların şuurlu topluluğudur.
Millet, İslâm anlayışında, bir medeniyetin halkına verilen addır. Ve İslâm’ın milleti, teoride kalmamış, Peygamberimizin gününden başlayarak var olmuş, giderek genişlemiş ve gelişmiş. Dünyanın en büyük, en köklü, en ömürlü, en yüce, en ulu milleti olmuştur. Abbasi döneminde de bu millet vardı, Osmanlı döneminde de. Aslında şimdi de bu millet var ve yaşıyor. Ancak, bölünmüş, parçalanmış olarak. Giderek, millet şuuru da ne yazık ki kayboluyor. Oysa Avrupa’nın millet kavramı, insancılığa aykırı, zıt bir kavramdır. İslâm’ın millet kavramı ise insanlığı içerir, onu oluşturur, insanlık medeniyeti topluluğu anlamına gelir.
20. yüzyılda İslâm ülkelerinde de Batı tipi “millet” üretilmek istendi. O yüzden sun’î devletler ve devletçikler doğdu. Bugün İslâm dünyasını kıvrandıran buhranın temelinde, kendi büyük millet ve medeniyetimize bağlı millet anlayışını kaybedip yerine bu irili ufaklı sun’î ve taklit işi millet denemelerinin konması yatar. Aydınlar, gerçek millet kavramı bilincine varmadıkça bir çıkış yolu da bulunamayacaktır İslâm ülkeleri için.”
Sezai Karakoç’un demokrasinin işlerlik kazanmasını sağlayan toplumsal adaletin sevgi temeli üzerinde tesis edilmesi için okullarda kazandırılmasını tavsiye ettiği temel değerler ise şunlardır: “İnançlı, yurt ve millet sevgisiyle dolu. Merhametli, insanlık sevgisi taşıyan, hayvanlara eziyet etmeyen, onları koruyan, yaratıkların tümüne insanî bir gözle bakan, çalışkan, bilgili, çok cepheli, yeteneğinin kapasitesini sonuna kadar kullanan, tek tip ve tek boyutlu bir zihin ve ruh sahibi olmaktan uzak. Eleştiri, diyalog, insanca tartışma gibi aydın olmanın özelliklerini kullanmasını bilen, karşısındakinin hakkını teslim eden bir ahlâk yapısına kavuşmuş.
Yaşanılan zamanı, geçmişten aldıkları ve geleceğe sunacaklarıyla birlikte düşünmek gereklidir. Bu şartlar yerine getirilmediğinde içinde yaşanan zamanın yitik ve âdeta yaşanmamış kabul edilebileceğini”söyleyen Karakoç, gelecek idealinin şekillenmesinde geçmişin bir takım zaferlerinin ve mücadelelerinin yeni nesil tarafından bilinmesinin gerekliliğine vurgu yapar ve şu ifadeleri kullanır:
“Eğer, Birinci Cihan Savaşı’nda Çanakkale’de, Kafkaslar’da, Sarıkamış’ta Kanal’da, Gazze’de, Kudüs’te, Selman-ı Pak muharebelerinde ölenleri yeni nesillerimiz bilmiyorlar, unutmuşlar ya da hatırlamıyorlarsa, hatırlasalar da neden öldüklerini, hangi amaçla can verdiklerini bilmiyor ve anlamıyorlarsa, hangi medeniyet ve idealin, hangi yüce manevi değerlerin aşk ve heyecanı, fedakârlığıyla göz kırpmadan şehit olduklarını düşünemiyorlarsa bugünü de anlamıyorlar demektir.”
Tarih boyunca din, devleti insan mutluluğu yönünden kontrol altında tutmuştur. Devlet ile dini tam yabancılaştırmak, ya da onları birbirinden tam koparıp ayırmak, ya da onları özdeşleştirmek, iki aşırı ucun ifadesidir. Kültürün, toplumun ve devletin ilkesini din oluşturmaktadır. Bu noktada İslam; sadece bir inanç sistemi değildir. İnsan toplumlarını yaşamının tamamını kuşatan bir yapıdır. Bir medeniyet olarak, İslam’ın tarihi, kültürel, sosyolojik yapısı toplumun ruhuna işlemiştir. Toplumlarında batı etkisi ile ortaya çıkan sekülerleşme, dinin hayatlarındaki her şey olan toplumlarda büyük bir yıkım getirmiştir. İslam geniş bir medeniyet çerçevesi olduğu için devleti çok dar şekillerle ve hükümet biçimleri ile sınırlamamış, tarihi sosyolojik şartlara göre ve her toplumunun dönemlerindeki anlayışa göre, İslami prensipler dâhilinde olmak şartı ile kendi özgün buluşlarını ve yorumlarını katarak yeni formlar meydana getirmişlerdir.”
‘Devlet’ ile ilgili yazılarına da bakabilirsiniz.