Din kardeşliği şuurunu gerçekleştirelim!
Yaşar Değirmenci
Bizim nasıl anladığımız önemli mi, Allah nasıl dilediyse İslam öyledir. Bize düşen iman etmek, imanımızı amellerle perçinlemektir.
Dinimiz İslam, iman edenlerinin kardeş olduğu bir dindir. Bu kardeşlik de kâğıt üzerinde veya meleklerin dualarında değildir. Kardeşliğimiz namaz kadar, hac kadar pratiktir. Anne birliğinden kaynaklanan kardeşliğimizin, ikinci bir insana karşı bize yüklediği şeylerin bir benzerini, din beraberliğimiz de yüklemektedir. Kardeşliğimiz temennilerle yaşayan bir kardeşlik olarak konmadı önümüze. Medine’ye hicret eden muhacirlerle, onları karşılayıp bağrına basan, evlerini, bahçelerini paylaşan ensarın Müslümanlığı bu pratik Müslümanlıktı. Kıyamete kadar içi doldurulmuş Müslümanlık da o Müslümanlıktır.
Ezan Allah’a kulluğu hatırlatan bir mesajdır; onu duyan ya Rabbine koşar ya da asilerden olur. Ezanı duyacak kulağı, abdest için yıkayacak yüzü, rükû için bükülecek beli bulunanın, ezana icabetten başka çaresi yoktur. Ezan herkes için son çağrıdır. İkinci bir ezan, eski ezanın tekrarı değildir; o ayrı bir zamanın çağrısıdır.
Her yükselen ezan, muhasebemizin bir hanesi, vicdanımızın bir noktasıdır. Ezan imtihanın bir bölümüdür.
Ezan, İslam’ın halkalarından bir halkasıdır. O halkalarla iman bağımız bizi İslam’a bağlar.
Müslüman’ın halkaları ne kadar güçlü ise, İslam’la bağı da o kadardır. Sözle dindarlık olmayacağına göre, gücümüz o halkaların gücü kadardır.
Halkalarından hangisi gevşerse gevşesin İslam, iman edenleri arasında eriyor demektir.
Müslüman olan, bütün Müslümanların kardeşidir. Bir Müslüman bütün Müslümanlara feda olmaya hazır olduğu gibi, bütün Müslümanlar da onun için feda olmaya hazır olmalıdırlar. Din budur. Çünkü din, aynı anneden doğmayan ama imanı ana gibi görenlerin dinidir.
Kendin için isteyeceğini onun için istediğini belgelemektir. Verip gitmek ise çok cüzi bir bölümdür. Şu hadis-i şerif ışığında düşünüp nefs muhasebesi yapalım.
‘Kendin için isteğini din kardeşin için de istemedikçe iman etmiş olmamak’ ne demektir?
Kardeşliğimizin bir bedeli var. Bu bedel cennettir; kardeşliğin tahakkuku ile ezan ve namazdan kazandığımız ecir türünden ecirler kazanırız.Kardeşliğin ucu cennete dayanır. Kâbe’de buluşup, beraber tavaf etmek bir kardeşlik tecellisidir. Hiçbir yerde buluşmamış olsak da Kâbe’nin etrafında dönüyor gibi birbirimizin etrafında dönebildiğimiz zaman tavafı süreklileştirmiş oluruz.
Birbirimizin elinden tutmamız, Kâbe’nin köşesindeki Hacerülesved’e tutmamız kadar bile değildir. Hacerülesved’e ellemek ne farzdır, ne vaciptir. Ama kardeşlik borcumuz bir borçtur.Kardeşlerimiz biziz; onları ‘biz’ gördüğümüz zaman, birbirimize bakarak da olsa Rabbimizin rızasını kazanırız. En ücra köşedeki kardeşimiz için hepimiz varız.
Kardeşlerin çokluğuna paralel olarak çoğalan dertler, uzanan el sayısının çoğalması ürkütmez. Sağımıza bakınca bir sıkıntı, solumuza bakınca bir sıkıntı görüyorsak bu demektir ki, sağımızda bir ecir kapısı, solumuzda bir başka ecir kapısı vardır. Din budur. İslam tam anlamıyla budur. Tatilde değiliz ya! Kulluk hali bu.
Din kardeşliğinde tarafsızlık yoktur. İmanla küfür, mü’minle kâfir karşı karşıya geldiğinde tarafsız kalamaz mü’min. Mü’min, taraftır. Kardeşinden yana taraftır. Ya taraftır ya da yoktur artık. Mü’minden tarafa olmamak, düşmanından yana olmaktır. Verilebilecek desteği vermemek, böylece de mü’minin aciz kalmasına neden olmak en kısa ifadesiyle öbürüne destek olmaktır.
Bir gün fırtına diner de liman durulursa o gün mü’min kardeşinin yanında olmayan herkes kahrolacaktır. Mü’min kardeşinin yanında ve arkasında olmamakla aslında kimin yanında olduklarını anlamak bile onları eritecektir.
İman ehli olan her kardeşimiz aynı kalpten kan pompalanan bir bedeni kullanan organlar gibidir. Bu nebevi tembih, hangi pratiğin yaşantımıza yön vermesi gerektiğini gösterir. Bir cesediz; birimizin uykusu kaçarsa hepimiz uyanık kalırız. Tek ceset olmak budur.
Bir duvar gibiyiz. Küfrün karşısında birbirini kenetleyen tuğlalardan oluşan bir duvar gibiyiz. Peygamberimiz aleyhisselam bizi böyle görmek istiyor.
Uzağımız yakınımız yoktur; birbirimiz için varız. Dışımızdakilere karşı tek eliz.
İnsan, iman, imtihan, cennet/cehennem, şeytan ve nefis, ilk günden beri ana başlıklar olarak değişmeyen altı esastır. İlk insandan itibaren imtihan edilme, imtihanın sonucu olarak cennet veya cehenneme gitme aynıdır. İman aynı iman, cennet ve cehennem aynı cennet veya cehennemdir. Günlük değişmeler bizi değiştirmemeli. Modern çağlarda imtihanın etrafında dönen kavramlar da nihayetinde ilk çağlardakinin bir benzeridir. Bu zamanda din kardeşi olmak, bu kardeşliğin maddi manevi külfetine karşı dayanıklı olmak, akidede sağlam olmayı, ruhi çöküntü yaşamamayı, psikolojik hezimette olmamayı, fikir emperyalizmine karşı güçlü bir savunma sahibi olmayı gerektirmektedir. Bu anlamda, İslam’ı ‘dinlerden bir din’ gibi görme zafiyetinden kurtulalım. Dünyevileşme hastalığına dikkat edelim. Lüks, israf, konfor ve tüketimi hayatımıza sokmayalım. “Sade hayat”ın imanın gereği olduğu bilincinde olalım.
Hayata can katan, ruh katan iyiliklerinin/takvanın, samimiyetin, ihlasın, sahiciliğin izini sürer. Irkı değil, iyilikleri büyütür. İyilikler büyüdükçe o iyilikleri yapan insan da büyür. Biz bu ülkede bu kardeşliği hakkıyla bilmiyor ve hayata geçirmiyoruz. İslâm’ın bizim varlık sebebimiz olduğu hakikatini yitirdik. İslâm›ın, ümmet kimliğinin ne demek olduğunu bilseydik, kardeşliğin nasıl muazzam bir nimet olduğunu, hayatımızdaki yer’ini ve değer’ini de hakkıyla bilebilirdik. Din kardeşliği şuuru kurtuluşumuzu gerçekleştirir.