BIST9.722,09%0,80
USD32.5869%0.06
EURO34,9977%0.41
ALTIN2.423,73%0.02

Doğu Akdeniz kaderimiz! Ege gibi olmasın

Sabri Balaman

Abone OlGoogle News
20 Ekim 2020 11:38

Türk dış politikası son 4 yıldır hiç olmadığı kadar değişken koşulların hızlı yer değiştirdiği bir dönem daha yaşamadı. Özellikle 15 Temmuz 2016 FETÖ/NATO darbe kalkışmasıyla başlayan pro-aktif siyaset Doğu’da Ermenistan, Güney’de Irak ve Suriye, Güneybatıda Libya ve Doğu Akdeniz, Batı’da ise Yunanistan ile devam eden gerginlikler 100 yıl önce kaldığı yerden devam ediyor.

Elbette Türkiye’nin bu ofansif politikası fevkalade başarılı bulmakla birlikte; yer yer gerek kurumsal gerekse bireysel hatalar Türkiye’nin başarılı politikalarının icrasında engellemelere veya aksamalara neden oluyor.

Mesela 1982 yılında imzaya sunulmuş BM Deniz Hukuku Konferansında kabul edilen Deniz Yetki anlaşması birçok ülkenin meclisi tarafından kabul edilmiş. Lakin ABD, Türkiye, İsrail, Kolombiya ve Venezuela gibi ülkeler sözleşmeye imza atmamış. Amerika Birleşik Devletleri’nin de yer aldığı birçok sanayileşmiş ülke sözleşmenin derin deniz madenciliğinin pratikte gelişimine engel olduğunu düşünerek, 1982 yılında imzalanan bu sözleşmeye taraf olmamış. İçimizdeki ABD sevicisi dönemin yetkilileri ise, “ABD imzalamadığına göre içinde bir bit yeniği vardır’’ diye imzalamamıştır.

Bugün kerameti kendinden menkul tipler; Türkiye’nin anlaşmayı imzalamadığı için ‘doğru’ yaptığını savunsa da; sözleşme 6 mil olan kıta sahanı sınırları istenildiğinde 12 mile çıkarma hakkı vermektedir. Türkiye bu antlaşmaya üye olmadığından diğer ülkelerin bu hakkını tanımamaktadır. Yunanistan ile aramızdaki Ege sorunu bu anlaşma yüzünden çıkmaktadır. Buradaki argümanımız ise uluslararası mahkemelerde Türkiye’nin aleyhine bir karar çıkacak beklentisi. Böyle bir analiz ve paranoyak hali olabilir mi? Siz açık bir uluslararası sözleşmeye tarafsanız itilaf niye çıksın? İtilaf varsa da; sözleşme çerçevesinde düzenliyor zaten.38 yıl önceki yanlışı savunmak için kuyruğu böyle dik tutmaya ne gerek var.

Bu örnekten yola çıkarak Doğu Akdeniz meselesinde de benzer bir durum ile karşılaşmak Türkiye açısından telafisi mümkün olmayan olaylara veya kayıplara neden olabilir.

Doğu Akdeniz sorununun uluslararası hukuk temelinde çözülmeye çalışılması, Türkiye’nin çıkarlarına uygun düşmüyor. Türkiye, 18 Mart 2020’de Birleşmiş Milletler’e (BM) Türkiye’nin kıta sahanlığı haritasını sundu. Ancak Münhasır Ekonomik Bölgeyi (MEB) ilan etmedi. Bunun için Libya dışında bölge ülkeleriyle anlaşma yapmasına gerek yok. Türkiye tek taraflı olarak da MEB’i ilan edebilir.

Doğu Akdeniz’de son on yılda keşfedilen doğalgaz ve petrol, bölgeyi son derece cazip bir hale getirmiştir. Bölge devletlerinin, Rusya’nın, ABD, NATO, İngiltere ve Avrupa Birliği’nin bu kaynaklardan pay almak için rekabeti söz konusudur. Türkiye’nin hem enerji nakil hatlarının üzerinde olması, hem enerji kaynaklarına sahip olması; Orta Doğu’ya ve Afrika’ya hâkimiyeti ve Doğu Akdeniz’deki egemenlik mücadelesi; uluslararası bir nitelik haline gelmiştir. Üstelik Kıbrıs’ın da stratejik değerini de eklediğimizde; Doğu Akdeniz; Cebelitarık, Süveyş ve Karadeniz üzerinden işleyen deniz trafiğinin kontrol noktasında olması önem teşkil etmektedir. Ayrıca Orta Doğu ve Hazar Bölgesi enerji merkezleri bu boru hatlarının kontrol noktasındadır, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının devreye girmesi ile İskenderun Körfezi’ni etkisi altına almıştır. Bu açıdan bakıldığında Doğu Akdeniz ve Kıbrıs, dünya deniz ticaretinin önemli odak noktalarından birisi haline gelmiştir.

Sonuç olarak 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi taraflara şerh koyma hakkı tanımadığı için Türkiye BM Deniz Hukuku Sözleşmesini imzalamamıştır. Türkiye 1986 yılında Karadeniz için 200 mil olarak ilan ettiği MEB’i; Akdeniz için ilan etmemiştir. 21’inci yüzyılın gelişen, dinamik ve genç nüfusu olan Türkiye’nin gerek kıta sahanlığı gerekse de münhasır ekonomik bölgesinde (MEB) kendi kıyılarına ‘kapatılması’ fikrinin savunulacak bir tarafı yok. Ancak Türkiye, Doğu Akdeniz’de beklenen adımları atmadığı gibi Yunanistan’ın şımarıklığına ve tacizlerine ‘yumuşak’ davranıyor. Yani Yunanlıların NAVTEX’ler ilan etmesi, adaları silahlandırmasının önüne geçmek, mümkünse fiilen engel olması gerekiyor; Yunanistan ile ilişkilerde doğru ve haklı tezlerimiz olmasına rağmen Yunanistan’ın eli kuvvetlendiriliyor. Son tahlilde Dış politikamızın öngörülebilir, caydırıcı ve güvenilir olması için 3-5 Yunan gemisi veya uçağını düşürmek; arada Yunanistan’ın kulağını çekmekte tereddüt etmemek gerekiyor. Yoksa Türkiye’nin Yunanistan’la yaşanan gerilimi NATO’daki askeri komitelere bel bağlayarak çözüm noktasında sonuç çıkarmak hayalcilik olur. Vesselam

Sabri Balaman

Akit TV köşe yazarı