Yeniden fethettiğimiz Halep’i nasıl bırakmıştık?
Mustafa Armağan
Yeniden fethettiğimiz Halep’i nasıl bırakmıştık?
MUSTAFA ARMAĞAN
Hatay düğümü 1939 yılında dünyanın bir büyük savaşa gitmekte olduğu ortamda çözülmüştü. Şimdi yeni bir dünya savaşı arifesinde bayrağımızın Halep’ten Münbiç’e doğru bir kılıç gibi uzanmasına şaşmamak gerekir.
Bundan 106 yıl önce, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros ateşkesin imzalandığı gün Suriye cephesindeki durum şuydu:
Hatay-Halep-Cerablus hattı, Osmanlı-İngiliz sınırını oluşturuyordu. Misak-ı Milli’de ilan edilen sınır da bu hat olacaktı. Nitekim Mustafa Kemal Paşa’nın bir gün önce geldiği Ankara’da yaptığı ünlü konuşmasında (28 Aralık 1919) Antakya-Cerablus-Kerkük hattı “güney sınırımız” olarak vurgulanacaktı. Ancak İstiklal Savaşı’nın ilk yılında Suriye sınırı belirsizliğini korumaktaydı.
Sakarya galibiyeti üzerine Fransa uzlaşma çareleri aramaya başlar. Görüşmeler sonunda Türkiye güney sınırında Fransızlara tavizler verecekti.
Buna göre Misak-ı Milli’ye dahil bulunan Antakya-Halep-Cerablus hattındaki ısrardan vazgeçilmekte, Antakya hariç bugünkü sınırlar aynen kabul edilmekteydi. Daha ilginci, Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşenk), ‘mayın’ tartışmasındakine benzer bir şekilde, antlaşmaya protokol olarak eklenen bir mektupta Fransa’ya Harşit vadisindeki demir, karbon ve gümüş madenlerinde 99 yıl süreli (Türk sermayesinin yüzde 50 oranında katılacağı) ayrıcalık hakkı, ayrıca ileride başka imtiyazlar da verecekleri vaadinde bulunuyordu.
“Ankara İtilafnamesi” (Ekim 1921) adı verilen bu belgeyle Fransızlar yılda 500 milyon Frank akıttıkları ve 5 bin asker bağladıkları Kilikya bölgesinin yükünden kurtuluyor, Kemalistler ise ilk defa varlıklarını işgalci cepheye tescil ettirmiş oluyordu. Bu sayede Büyük Taarruz öncesinde Fransa’dan yüklü miktarda silah aldığımızı, Fransızların giderken top ve uçaklarını bize bıraktıklarını ekleyelim.
İyi, güzel de, bu antlaşma sınırı “geçici” olarak belirlenmişti, yani ileride yapılacak barış antlaşmasında güney sınırlarımız yeniden masaya yatırılacaktı.
Ne var ki Lozan’da Fransa heyeti Ankara’da bir şekilde kabul ettirdikleri Suriye sınırını tartışmaya açmadı ve İtilafnamede belirlenen geçici sınırlar Lozan’ın 3. maddesinde kalıcılık kazandı, Antakya/Hatay’ın ana vatana katılmasına kadar da varlığını korudu.
Ancak hem 1921 Ankara, hem 1923 Lozan antlaşmalarının çizdiği sınırlar TBMM’de Ankara antlaşmasının hazırlık sürecinde Meclis’in haberdar edilmediği eleştirileri yapıldı.
En ağır eleştirilerden birini, Mehmed Akif’in dostu Hasan Basri (Çantay) getirecekti. Ona göre Ankara İtilafnamesi bizim millî haysiyet ve şerefimize yakışmayan bir hüsran ve esaret belgesidir:
Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa kürsüye çıkar ve gayet sert bir cevap verir eleştirilere:
“Çıkarlarımıza azami derecede uygun olarak çizdirebileceğimiz sınır hangisiyse işte o millî sınırımız olacaktır. Misak-ı Millimizde belirli ve tespit edilmiş bir hat yoktur. Kuvvet ve kudretimizde tespit edeceğimiz hat, sınır hattı olacaktır.”
Sonuç olarak söylersek, Suriye sınırımızı belirleyen ve Halep’i bizden koparan Ankara İtilafnamesi Misak-ı Milli hükümlerine aykırıydı. Gariptir, Lozan’da bu açık aykırılığa rağmen herhangi bir değişiklik yapılmadan onaylanmıştır.
21 Ağustos 1923 tarihindeki müzakerelerde Mecliste Lozan Antlaşması’nı yerden yere vurmuş olan Mersin Mebusu Niyazi Bey Ankara İtilafnamesi’nin 8. maddesinin Türkiye’nin başına bela olduğunu söyleyecekti. Keza Lozan’ı eleştiren büyük şairimiz Urfa Milletvekili Yahya Kemal ise Meclis kürsüsünden güney sınırımızın bir “yara (ceriha) gibi kanayacağını” haykırmıştı.
Büyük şairimiz mezarında müsterih olabilir artık. O ‘ceriha’ya ikinci müdahale büyük bir ustalıkla gerçekleşti.
Vakit, Lozan’ın yaralarını sarma vaktidir.