BIST8.908,47%0,40
USD34.2819%0.10
EURO37,0798%-0.21
ALTIN3.029,35%0.58

Kürt meselesinde paradigma değişimi

Mustafa Armağan

Abone OlGoogle News
24 Ekim 2024 11:12

Türkiye’de paradigma değişiyor. Devlet Beyin geçen Salı yaptığı, Yeni Türkiye’nin anahtarını çevirmekti.

Devlet Bahçeli bu kadar radikal ve kararlı bir dille konuştuğu zaman anlayın ki “devlet” konuşuyor. Benzer bir oyun değiştirici hamleyi bundan 22 yıl önce de yapmış ve Ak Parti’nin iktidara gelişini hızlandırmıştı.

Yaklaşık 40 yıl boyunca PKK ile mücadele ederken yaralı olarak mesafe almaya çalışan TC hükümetleri bu noktaya hangi hatalar yüzünden gelindiğini de sorgulamak zorunda. Sebebini ancak mazinin paslı kapıların çalarak öğrenebiliriz. Ancak o kapılar açıldığında karşımıza başka sorunlar çıkar. Belgeler tahrif edilmiş, çarpıtılmış ve sansürlenmiştir. Mazinin kapıları –Orwell’ın 1984’ünde geçtiği şekilde- sahteleriyle değiştirilmiş ve yerine yeni bir mazi uydurulmuştur. Tarihçilerin ‘gerçek gerçeği’ bulmaları zorlaştırılmış, gerçeğin etrafına dikenli teller çevrilmiştir.

Tarihimizin de rehabilitasyona ihtiyacı olduğunu kabul edelim ve meseleyi ona göre kucaklayalım; dikeniyle ve gülüyle birlikte.

2013 yılında Akil İnsanlar Heyetindeki 63 kişiden biri de bu satırların yazarıydı. Marmara Bölgesi Heyetindeydim ve benimle beraber 8 kişi daha vardı. 1 Nisan-31 Mayıs arasında Türkiye’nin en kalabalık coğrafi bölgesinde görev yaptık. 60 civarında toplantıya katılarak Çanakkale’den Kocaeli ve Bursa’ya, Bandırma’dan Kırklareli’ne, Edirne’den Sakarya’ya, Tekirdağ’dan Pendik’e, Kağıthane’ye, Beyoğlu’ndaki Alevi derneklerine salondan salona koşturup durduk.

Derdimiz, akan kanı durdurmaktı. PKK ile mücadalede 40 bin insanımızı kaybetmiştik. Her yıl milyarlarca dolar harcanıyor ama terörün toplumsal tabanıyla bağı bir türlü kesilemiyordu. PKK siyasi partiye dönüşmüş, CHP eliyle Meclise taşınmış, HEP, DEP derken milyonlarca oy alır olmuştu.

Şunu söylüyorduk:

Akan kanı durdurmak için “devletimiz” bizi görevlendirdi. Bir barış sürecine girilmesi için çözüm süreci başlatıldı. Biz de o şehir benim bu şehir senin dolaşıp halkın görüşlerini dinliyor ve devletin yaklaşımının meselelerin serbestçe konuşulması ve toplumsal taleplerin öğrenilmesi olduğunu söylüyorduk. Bir şey empoze etmiyor; sadece anlatıyor ve dinliyorduk.

İyi hatırlıyorum, sürecin son akşamı Tavşanlı’daydım. Konferanstan sonra arabayla Bursa’ya dönerken twitter’dan Gezi olaylarının patlak verdiğini öğrendim. Gündem bir anda değişmişti. Aylarca Gezi’yi konuştuk, vandallıkları, Kırmızılı Kadın’ı, örgütlerin parkı ele geçirişlerini… Haddizatında başlangıçta masumane bir ağaç eylemi gibi başlasa da, olaylar DHKP-C gibi yasa dışı örgütlerin devreye girip inisayitifi almasıyla isyanı yurt sathına yayarak hükümeti devirmeyi amaçlayan adice bir darbe girişimine dönüşmüştü.

İşte o hafta Gezi olayları patlak vermeseydi Akil İnsanlar Heyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte Çözüm Sürecinde hangi noktaya geldiğini kamuoyuna sunacaktı. Bu, meselenin bize bakan yönüydü.

Örgüte bakan yönünde ise değişen pek bir şey pek olmadı. Her ne kadar Kürt kökenli vatandaşlarımız bu süreçte bayram ettiyse de (nitekim biz Kocaeli ve Edirne’de saldırıya uğrarken Güneydoğu heyetimiz halaylarla karşılanmıştı) örgüt oyaladı, silah bırakmadı ve denetimin gevşemesini fırsata çevirmeye baktı. Hendekleri ve sonraki gelişmeleri biliyorsunuz.

Devlet olan biteni bir süreliğine görmezden gelmişti ama elbette görüyor, izliyor, uyumuyordu. Altın tepside bir fırsat sunmuştu örgüte ama gözünü de tamamen yummamıştı. Çözüm Süreci’nde zehir içerek Habur olayı dahil barış fırsatını sunmuş olmanın verdiği haklılık zemininde cereyan etti Cizre, Nusaybin ve Diyarbakır Suriçi’ndeki temizlik harekâtı.

11,5 yıl sonra yeni bir süreç başlarken 2013’te yaşanılan tecrübeyi hatırlatmak istedim. Bu defakinin de aynı akıbete duçar olmaması en büyük dileğimdir.

Mustafa Armağan

Akit TV köşe yazarı