Menderes köylüyü çarıktan kurtarmayı vaad etmişti
Mustafa Armağan
Yılların tozu kabardıkça mazide yaşananlar da uçakların arkada bıraktığı beyaz izler gibi ufkun gerisinde buharlaşıyor.
Tarih buharlaşan bu izleri yeniden yakalama girişimi değilse nedir?
İşte bundan 44 yıl önce kaleme alınmış bir yazıdan Cumhuriyetin ilk yılları ile 1980 yılının mukayesesi… Siz de bugünle karşılaştırın bir zahmet.
Gündemi hiç geçmeyecek bir yazı sizi bekliyor.
1996 yılında 52 yaşında vefat etmiş bulunan Yıldırım Çavlı İSKİ Skandalı diye bilinen ve CHP’nin İstanbul’dan çeyrek asır silinmesine yol açan skandalı ortaya çıkaran gazeteciydi.
Onun 2 Mayıs 1980 tarihli Hürriyet gazetesinde çıkan “Nereden, nereye geldik?..” başlıklı ilginç yazısında çarıktan, gömlek yakalarından, tahta yumurtalardan, sağdaki rozet deliklerinden bahsederek hafızamızı mazinin tozlu yollarında gezintiye çıkarmış.
Bakın artık yerinde yeller esen ne cevherleri düşürmüş gevşemiş hafıza kumbaramıza:
Eskiden her kadının dikiş kutusu olurmuş. Bu kutunun da mutena bir köşesinde ise bir tahta yumurta bulunurmuş. Niçin dersiniz? 1950’lerin ortalarına kadar kaymakam, tüccar, subay, hatta milletvekilinin ayağında bile tamir görmemiş çorap bulmak mümkün değilmiş. Çoraplar beş on kez yıkanınca burun ve topuk kısmı aşınır, evin hanımı veya kızı oturur, tahta yumurtayı çorabın içine yerleştirir ve usul usul örmeye başlarmış. Bunu beceremeyenler kocalarını yamalı çorapla dışarı çıkma mahcubiyetine mahkûm edermiş.
Şimdi rengarenk çorapları beğenmeyen nesiller nasıl anlasın ki o fukaralık günlerini.
Demokrat Parti mitinglerde ne vaad etmiştir, bilir misiniz? “Köylüyü çarıktan kurtarmayı!” Düşünün, o tarihte ilkel çarık dahi herkesin ayağında yoktur. Köylerde ilkokullara karların üstünde yalın ayak gelen öğrencilere öğretmenleri “Hiç olmazsa eski bir çaputu ayağına sar evladım” diye öğüt verirmiş.
Amerikan malları gelince önce büyükler, sonra çocuklar için plastik ayakkabı dönemi de başlamış. Fakir köylerde, gecekondu mahallelerinde bayram günleri bol suyla silinmiş renkli plastik ayakkabılar ailenin övünç kaynağı oluyormuş.
Sonra ayakkabılara pençe yaptırılırmış. Sağlam olsun diye ayakkabılara zenginler tam pençe, orta halli olanlar yarım pençe yaptırırmış. Pençe dediğimiz ayakkabıların uç ve topuğuna çakılan demir parçalarıydı. Kunduranın eskimesini geciktirirdi ama yürürken cakır cukur sesler çıkarırdı. Onun bile bir havası olurdu, çünkü herkesin ayakkabısında pençe bulunmazdı.
Yıldırım Çavlı,“Siz hiç rozet iliği sağ tarafta olan ceket gördünüz mü?” diye sormuş ve cevabını vermiş: “Rozet sola takılır, iliği niçin sağda olsun diyeceksiniz. Çok basit. Eskimiş bir ceket ters yüz tornistan edildiği zaman, rozet iliği de ters tarafa geçer.” Sırf bu utandırıcı sebeple ilk konfeksiyon ürünlerinde firmalar ceketlere rozet iliği yapmamaya başlamış.
Sarı yapraklı müsvedde defterlerini de bilmez şimdikiler diyor yazar, mürekkebi dökülmez hokkalar da sırra kadem basmıştır. Hele kamış kalem sapları. Ne işe yarardı, biliyor musunuz? Saplar açıla açıla küçülen ve parmakla tutulamaz hale gelen kalemlerin arkasına takılır ve böylece kalemin boyu kullanılacak hale gelmiş olurdu!
Nihayet yedek yaka hikâyesi… Bir memurun ağzından naklediyor:
“Eskiden gömlekler yedek yaka ile satılırdı. Çitilenmekten yakalar çabuk eskir ve yedek yaka da bitince annem gömleğimin eteğinden kestiği parça ile yeni yaka yapardı. Sonra da gömleğin kısa kalan bölümü pantolonun üstüne çıkmasın diye oraya başka kumaştan bir parça eklenirdi. Memuriyete ilk başladığım yıllarda arkadaşlarım görmesin diye hep gömleğimi pantolonumun içine sıkıştırırdım.”
Haklı bir serzenişi de var yazarımızın:
“Her gün daha iyi bir yarın istiyoruz, ama ‘Dün’ü bu kadar çabuk unutmalı mı? Her gün halimizden şikayet ediyor, her şeyin nasıl kötü olduğunu dinliyoruz, ama hiç mi ‘İyi’ yok bu bilânçoda.”
Değişen bir şey var mı 44 yılda? Hep aynı şikayetler, huzursuzluklar, suçlamalar…
Akıllı telefonlar çıkmadan önce hayatımız daha mutluydu diyen kaç kişiyiz?