BIST9.716,77%-0,05
USD32.4874%-0.25
EURO34,9572%0.30
ALTIN2.436,73%0.56

Sorular, sorular, sorular ve tek cevap…

Latif Erdoğan

Abone OlGoogle News
25 Nisan 2020 10:40

Bütün akıllar toplansa tek akıl olsa yine de cevabını bulamayacağı sorularla zihni yapısı çepeçevre kuşatılmış insanoğlunu bu bilinmezlik girdabından kurtaracak yegane öğreti vahyin ve özellikle de Kur’an-ı Kerim’in söyledikleridir.

Ben neyim, kimim, nereden geliyorum, nereye gidiyorum ve iradem dışı içinde bulunduğum şu üç boyutlu dar mahbes olan dünyaya niçin geldim? Niçin durmuyor ve süratle sevk olunuyorum? Neden bu kadar kalıcı nizam, düzen, ahenk, maslahat, hikmet ortasında durmadan faydası görülmeyen değişimlere, hikmeti anlaşılmayan dönüşümlere maruz bir hayat yaşıyorum? Bir insan olarak istidat ve kabiliyetleri yönüyle sınırsız bir varlık olmama rağmen yaşantı olarak payıma düşen şu çok cüzi ve çok sınırlı hayattan gaye ve maksat sadece benim elde ettiklerimden ibaret midir?

İşte bütün filozofları meşgul eden, işte bütün akılları uğraştıran bu ve benzeri sorulara, vahyin öğretilerinden iktibaslar devre dışı bırakıldığında verilebilecek diyalektik ve demagojik sınırı aşan reel cevaplar yoktur olması da imkansız denecek ölçüde zordur.

Olanları tesadüfe bağlama kolaycılığına kaçanların, kendilerini bile iknadan aciz sözlerinin aklı ikna ve gönle huzur veren bir karşılığının bulunmadığı aşikar. İhtimal hesaplarının birin önündeki bütün sıfırları tüketen sayıdaki ihtimali rakamdan biri olarak gösterdiği ihtimale sarılıp, sonsuz sayıdaki nizam, intizam ve ahengi sadece bu ihtimale bağlamanın elbette aklı ikna edici hiçbir tutarlı yanı yoktur.

Olanları, kendi kendine yeterlilik prensibiyle izah etmek, oluşun ilk başlangıcı açısından bakıldığında yokun yoku var etmesini iddia gibi abesle iştigaldir. Öyledir, çünkü her değişen hadistir, yani sonradan olmadır. Sonradan olmak demek, önceden olmamak demektir. Önceden olmamanın karşılığı var olmamaktır. Var olmamak ise yok olmakla eş anlamlıdır. Yani bir şeyin kendi kendine olduğunu söyleyen kişi, yok olan bir şeyin, kendisi yok olduğu halde bir varı var etmesi anlamına gelir. Hem de bu var ettiği o anda yok olan kendisidir…

Olanları sebeplere bağlamak da tek başına izah olamaz. Çünkü bir varlığın varlığına sebep olan şeyin kendisi de var olmuş olması sebebiyle bir başka sebebe muhtaçtır. Silsile halinde birer sebebe ulaşsanız da yine sonuçta her birini var eden bir üst sebebe ulaşmanız gerekir. Böylece sonsuza dek uzayıp giden sonuç- sebep silsilesinin fasit dairesinde döner durur; Allah demedikçe de ilk sebebi izahtan hep aciz kalır ve varlığın var oluşunu hakikate tekabül eder keyfiyette açıklayamazsınız.

İman boşluğunu başka düşünce, fikir ve kabullenmelerle doldurmanın imkanı yoktur. Önce sonsuz gücün, sonsuz ilmin, sonsuz kudretin, sonsuz merhametin kaynağı olan Allah’ı kabul ve tasdik, sonra da yaratılmışlar üzerinde O’nun sonsuz isim ve sıfatlarının tecellisini anlama, anlamlandırma adına bir tecessüs ve arayış…

Vahiy öğretilerinin varlığı ve kendimizi izahta bize sundukları ilk müstesna ve ayırıcı öğretisi bu. Söz konu öğreti içselleştirildiğinde varlığın var oluş hikmetini izah sonsuz derece kolay. Diğer yollar, yöntemler zihnimizi çepeçevre kuşatmış muammaları izahta yetersiz, kapalı ya da muhallerle dolu…

Hayatta en büyük hakikat imandır. İmanın olmadığı yerde ne haktan ne de hakikatten bahsetmek imkansızdır. İman, inkar etmemek değildir. O bizzat var olması gereken ilahi bir nur, varlığa gerçek varlığı bahşeden, varlığı yokluğun zifiri karanlığından kurtarıp görünür hale getiren ilahi bir ışıktır.

İman, pasif bir teslim oluş değil aktif bir sahipleniştir. O hem bir kuvvet hem de içinde ilahi ahlak nüvesini taşıyan bir hidayet nurudur. Harici hiçbir öğretiye ihtiyaç olmadan imanla birlikte hemen hasıl olan ilahi ahlak tezahürü ve onun inkişafına paralel bu ahlaki tezahürün her geçen gün artar bulunması, imanın, içinde bir ilahi ahlak nüvesi taşıdığının en çarpıcı delilidir.

İmanla, ilahi ahlak arasındaki bu ayniyet ölçüsündeki birliktelik merkez-muhit irtibatı şekline büründüğü ileri dönemlerde, iman ahlakı bireysel olmaktan çıkarak aynı zamanda içtimai bir yapıya da sahip olur ki, fertte görülen müspet değişim ve gelişimler imandaki güç ve kuvvet nispetinde toplumda da müşahede olunmaya başlar.

Bu hal ferdi ve içtimai bir inkılaptır ki, imandan başka hiçbir gücün böyle bir inkılabı başarması mümkün değildir. Ve bu inkılap imanın, yol gösterici, şuura erdirici aktif bir hidayet nuru oluşunun da göstergesidir. Dünya insanın beklediği, özlediği, fıtri bir meyille yöneldiği gerçek inkılap da bu olsa gerektir. Ramazan iklimli sayılı günlerinizin feyizli, bereketli geçmesi, ilahi yakınlığa vesile olması dua ve temennisiyle…

Latif Erdoğan

Akit TV köşe yazarı