BIST9.645,02%-0,50
USD32.5841%0.20
EURO34,8189%0.51
ALTIN2.410,84%-0.90

Bilgide gerçek devrim

Latif Erdoğan

Abone OlGoogle News
24 Şubat 2020 14:03

İlim, bilen ile bilinen arasında aklın kurduğu irtibattan hasıl olan haldir. Bu halin söze dökülüşü, kelimelerle, formüllerle ifade edilişi ise bilgidir. Eğer akıl bu irtibatı, deney ve gözlem gibi bilimsel metotlarla kuruyorsa, elde edilen halin ifadeye dökülüşüne bilimsel bilgi adı verilir. Bilimsel bilgi, bilinenin değişken olmadığı, hakkında genelleme yapılması mümkün bilgidir. Bu bilgi, gerçeğe uygunsa doğru bilgi, gerçeğe uygun değilse eksik ya da yanlış bilgi adını alır.

Hz. Adem’e öğretilen ilk “İsimler Bilgisi”, şüphesiz insan oğlunun diğer varlıklardan ayrıldığı en seçkin yanıdır. İsim, Arapça bir kelimedir. Aslı “sümüv”dür. Sümüv, ise yükseklik anlamındadır. Sema da yine aynı kökten gelir. Hz. Adem’e öğretilen bilgi, bu manada çok yönlü yükselişin bilgisidir. Bu yükselişe manevi yükseliş dahil olduğu gibi, maddi yükseliş de dahildir. Bu gerçekten çıkış yaparak çok rahatlıkla, medeniyetin tarihini ilk insanla başlatmak mümkündür. Medeniyet, insandaki potansiyel “İsimler Bilgisi”nin kuvveden fiile çıkması ve bütünlüğünü koruyarak zamana, mekana, şartlara göre açılması, yayılmasıdır.

Zaten her ilmin ana kaynağı Cenab-ı Hakk’ın isimlerinden biridir. Büyük bilge, üstadım Nursi’ye ait bu tespit, bilgide devrimin formülüdür. Elbette bu formüle, yine onun, eşyayı manay-ı ismiyle değil manay-ı harfiyle okumak lazımdır tespitini de dahil etmemiz gerekir. İnsan benliğinde mevcut tasdik kabiliyeti, isimlerden gelen harici tecellileri kabullenerek ilmi içselleştirir ve kendi mahiyeti ölçüleriyle bu ilme bir yorum, bir tanım kazandırır. Bir tek olan ilim sıfatının tecellisi, böylece “Esma” sayısınca çoğalır; ve insan mahiyeti bu çoğalışa vesile, vasıta olur.

İnsan bu mazhariyeti öncesinde hiçbir şey bilmeyen tam bir cahildir. Ama bu cehaletin katlanarak insanda mevcudiyeti, aynı zamanda her ilmin üst üste derecelenmesinin de bir varlık sebebidir. İnsan ilmin kaynağı değil, sadece bir yansıtıcı aynasıdır.

Günümüz insanı, lüzumsuz, faydasız bilgi saldırılarının istilasına muhatap durumdadır. Onun böylesi bir istilanın mahvedici tazyikinden kurtarılması, halledilmesi gereken en acil problemlerden biri hatta en birincisidir. Her ilim dalının ilahi bir isme dayandırılarak anlatılması ve yine gelen bilgilerin böyle bir bakış açısı süzgecinden geçirilerek, faydalı- faydasız bağlamında teste tabi tutulması tek çare olarak görülmektedir.

Bir diğer çare de hiç kuşkusuz tefekkür kültürüne aşina hale gelinmesidir. Tefekkür, ister enfüsi ister afaki olsun, mutlaka hayatımıza girmeli ve kültür hayatımızın ayrılmaz bir parçası olmalıdır. İnsanları robotlaştıran, onları her türlü yalan ve yanlış telkinlerin tutsağı yapan bilimsel patentli saldırılara karşı en korunaklı sığınak tefekkürdür. Ne ki günümüz insanı bu sığınaktan sürgün edilmiş, savunmasız bırakılmıştır. Öyleyse en acil meselelerden biri de yeniden bir tefekkür kalesi inşa etmektir.

Ayrıca, “Esma Bilgisi”, isimlendirme, ad koyma bilgisidir. Eğer insana böyle bir ilim verilmemiş olsaydı, tefrik ve temyiz, yani bir varlığı ya da eşyayı diğerinden ayırmamız mümkün olmazdı. İsimlendirme olmasaydı, manaya lafız giydirmemiz de imkânsızlaşır; dolayısıyla konuşulan bir dil de olamazdı. Bu açıdan da, ilk insana öğretilmiş “Esma Bilgisi”, bu dünyada, diğer yaratıklardan farklı bir konumda ve insan mahiyetine yakışır ölçüde yaşayabilmenin de anahtarı durumundadır.

Cenab-ı Hakk’ın ezeli, ebedi ve bütün yaratılmışları kuşatan ilminin varlığını bilmek, hem insanla alakalı yönüyle hem de insan-varlık ilişkisi cihetiyle sonsuz bir sürura ve mutluluğa vesiledir. İnsan kendi mahiyetinin cahilidir. Varlıkla alakalı bilgisi ise yok denecek kadar azdır. Hâlbuki hem insan, hem de bütün varlık, Yaratıcı tarafından hiçbir eksik kalmaksızın bilinmekte ve tanınmaktadır. O’nun ilminde var olmak ise, ebedi bir varlıktır. Çünkü ilm-i ezelide unutmak, hatırlamamak diye bir arıza söz konusu değildir.

İnsan için böylesi bir bilinmenin, tanınmanın kıymet ve değerini; bütün yaratılmışların insanı bilmesi ve tanımasını ölçü birimi yapsak yine sonsuza kıyasla sıfırdır. Öyledir, çünkü Allah dilemese hiçbir yaratılmışın kendi de dahil hiçbir varlığı tanıma imkanı yoktur. Yaratılmışın bilen-bilinen ilişkisi hem sınırlı hem de geçicidir; her iki yönüyle de süreklilik söz konusu değildir. Allah’ın ilmi ise hem sürekli hem de sonsuzdur.

Sonsuz ve ebedi bir ilme dahil olmuş olmak, yani orada bilinen olarak kalmak yaratılmış bir varlık için ne kadar büyük bir mutluluk kaynağıdır. Böylesi bir bilinme şuuru Allah’a karşı saygılı olmanın da besleyici unsurudur. Allah’a karşı saygılı olmak hem korkunun hem de sevginin bir sonucudur. Ayrıca O’na karşı saygılı olan ve O’nu sonsuz muhabbetle seven, O’nun kurallarını çiğneme gibi bir yanlıştan son derece kaçınır. Böylece de dünya ve ahireti adına Cenab-ı Hakk’ın himayesine girmiş bulunur. Cenab-ı Hakk’ın himayesine giren de hem dünyada hem de ötede mutlak saadeti elde eder.

Latif Erdoğan

Akit TV köşe yazarı