BIST9.722,09%0,80
USD32.5815%0.04
EURO34,9738%0.35
ALTIN2.420,44%-0.11

İşte Tayyip Erdoğan farkı...

Latif Erdoğan

Abone OlGoogle News
28 Eylül 2019 02:05

Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın BM 74. Genel Kurulu’nda yaptığı tarihi konuşma, sağduyu sahibi bütün dünya insanlarının göğsünü kabarttığı gibi benim de göğsümü kabarttı. Dünyada böyle liderler var olduğu, varoluş gayelerini korudukları sürece dünyanın ve insanlığın geleceğinden ümitli olabiliriz, dedim, kendi kendime; ve böylesi liderlerin sayılarını artırsın, dünya bir an evvel gerçek adalete, gerçek huzura kavuşsun diye dua ettim Rabbime.

Bir isyandı bu konuşma; zulme, zulmete, adaletsizliğe, ahlaksızlığa, sömürünün her çeşidine bir isyandı. İnsanlığın dertleriyle dertlenenin bir destanıydı bu konuşma; açlık sınırında yaşam mücadelesi verenlerin, fakirlikle boğuşanların, yerlerinden, yurtlarından sürgün edilenlerin toplu infiallerini bir çığlığa sığdırmanın destanıydı.  

Bir sorgulamaydı bu konuşma, dünyayı iki yakasından tutup ırgalayarak muhasebeye davetti. Suriyeli mazlumların, mağdurların, mültecilerin iniltisi; Myanmarlı Müslümanların boşlukta yankılanan feryadı; Keşmir’de yaşanan yetmiş yıllık baskının insanlığı sarması gereken hicabı; elli yıldır halledilemeyen Kıbrıs meselesinin çözüm gösteren haykırışı; ve de Filistin davasının sonuna kadar sahiplenildiğinin en yüksek ve gür sedası iç içeydi Erdoğan’ın inanarak, sahiplenerek, iliklerine kadar işlemiş bir samimiyetle yaptığı sorgulamasında...

Bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş gibidir, ilahi prensibini ne kadar özümsediğini bir kez daha ispat etti Erdoğan bu konuşmada; ne Kaşıkçı cinayetine sessiz kaldı ne de Mursi merhumu katledenleri sözüne hedef etmekten çekindi. 

Nükleer silahlanmayla ilgili yaptığı çıkış muhteşemdi. Ya hiç kimse ya da herkes, diyordu sunduğu formülde. Yani ya hiç kimse nükleer silah sahibi olmamalı ya da bu hakka herkes sahip bulunmalıdır. Elbette temennimiz bu formülün birinci kısmının hayata geçirilmesidir; ve insanlık için hayırlı olan da budur. Fakat birinci kısım hayata geçirilemezse, formülün ikinci kısmı devreye sokulmalı, nükleer silahlanmanın ayrıca bir baskı, bir şantaj, bir tehdit unsuru olarak kullanılması böylece son bulmalıdır.

Erdoğan, bütün dünyaya, bir masum yavrunun, Aylan bebeğin kıyıya vurmuş uyur gibi duran fotoğrafını gösterdi. Bütün dünya mültecilerinin simgesi bu fotoğrafın çabuk unutulduğunu hatırlattı. Teker teker her ülkeye bu durum yarın sizin de başınıza gelebilir, uyarısında bulundu.

Bir de Filistin haritasını gösterdi bütün dünyaya. 1946 yılında İsrail’in bu topraklardaki mevcudiyetiyle son gelinen noktadaki mevcudiyetinin grafiğini gözler önüne serdi. Ve İsrail’in sınırlarını sordu kurula, bu zulüm nerede bitecek, bu istila nerede son bulacak diye. Evet, Erdoğan, bu çıkışıyla en azından samimi Müslümanların gözünde tekrar kahramanlaştı, yeniden, İslam’ı dava edinmiş samimi gönüllerde taht kurdu.

Başkan Erdoğan, insanlık adına adaletin, İslam dünyası adına hürriyetin, ülkesi adına ise istiklalin en amansız mücadelesini veriyor. Yedi düvelle yaka-paça kavga ediyor. Haklı davasını bütün dünyaya duyurmaya çalışıyor...

Onun bu vizyonunu en iyi okuması gereken, Gül, Davutoğlu, Babacan ve onlara çömezlikle ünlenenler ise esas yapmaları gerekenin aksine onu arkadan vurmanın kaypak oyunlarını deniyor. Halbuki Erdoğan’ın ciddi, samimi olarak sahiplendiği vizyon ve misyonun kendilerinde kaçta kaç oranında karşılık bulduğunu düşünseler ve Erdoğan’la aralarındaki irtifa farkını bu adeseden değerlendirseler, sanırım yaptıkları ve sürdürmeye kararlı oldukları yanlışlarından vazgeçer, kişisel ikbale kilitlenmek yerine bütün insanlığın ortak dertleriyle dertlenmede Erdoğan’a yardımcı olurlardı. 

Bir de kubur faresi gibi, otel odalarında IMF tezgâhlarının altında gizli gizli dolaşanlar var. Türkiye’yi bir manda, bir koloni haline getirmenin dermansız hastalarıdır bunlar... İşte Erdoğan’ın farkı da burada. O, ülkeyi IMF denen ahtapotun elinden kurtardı bunlar ise ülkeyi tekrar bu acımasız canavarın kucağına atma peşindeler. Nerede o ve nerede bunlar... 

Ama milli hafıza unutmaz, olanları, yapılanları müspet-menfi ayırımı yapmadan bir bir kaydeder. Sonra da, vakti, zamanı geldiğinde sandıkta kararını verir, herkes layık ya da müstahak olduğu karşılığı alır. Zaten şimdiki halde tesellimiz de bu sonuçtur...

Latif Erdoğan

Akit TV köşe yazarı