Üç üstad-ı külli
Latif Erdoğan
Bize Allah’ımızı tanıtan, anlatan, tarif eden üç büyük külli üstad vardır. Bunlardan birincisi Kâinat Kitabı denilen içinde yaşadığımız âlemdir. Bütün varlık, yaratılışında var olan hikmet diliyle, intizam kanunuyla, ölçü ve dengeye azami ölçüde riayet prensibiyle bize Rabbimizin varlık ve birliğini anlatır. O’nun sonsuz gücüne, kudretine, her şeyi kuşatan ilmine şahitlik eder.
İkincisi, Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an, kelam olarak mucize olduğu gibi, onun teklif ettiği din de sistem olarak mucizedir. Bu iki hal, Kur’an’ın ve tekliflerinin beşer eseri olmadığının en muhkem kanıtıdır.
Kur’an bize kâinatı anlatır. Kur’an bize kendimizi anlatır. Kur’an bize insan-ı kâmil olmanın yollarını öğretir. Kur’an bize, kötülüklerden kaçınmayı öğüt verir. Kur’an bize, iyiliklerle donanımlı olmanın çarelerini gösterir.
Kur’an, içinde yüzlerce ilim dalına ait nihai hükümleri barındırır; akıl ve fikirle ulaşılması imkânsız binlerce gayb bilgisini bilinir kılar. Kur’an aynı ders halkasında, en ami insanı da en bilgili filozofu da eğitir, terbiye eder. Kur’an, aşkınlığını ve taravetini daima korur, insanda asla bıkma, usanma gibi bir psikolojinin oluşmasına fırsat vermez.
Kur’an, Allah’tan başkasına isnadı mümkün olmayan kutsal bir beyandır. O bu durumunu her fırsatta tekrar eder; muarızlarını kendisi gibi bir söz söylemeye çağırır. Böylesi bir meydan okuyuşa şimdiye kadar hiç kimse cüret edip de cevap verememiştir. Ve hiç kimsenin bu meydan okuyuşa cevap veremeyeceğini de yine Kur’an mucize olarak bildirmiştir. Bu mucize haber veriş şimdiye kadar aksi bir duruş görmemiş, bundan sonra da görmeyecektir.
Üçüncüsü, Rahmetenlilalemin olan Peygamberimiz Efendimizdir. Evet, O’nun Allah’ın Resulü olduğunu ispat eden bütün deliller, bizim için Rabbimizi tanımaya vesile birer marifetullah öğretisidir.
Eğer o, Allah’ın gönderdiği bir elçi, bir peygamber olmasaydı yaşadığı o kusursuz hayatı yaşayamaz; bütün insanlığa rehber, en mükemmel edep öğretileriyle donanımlı hale gelemezdi. “Beni Rabbim terbiye etti ve edebimi güzel kıldı” buyurmuştu. Yani onun edebi, ona edebi öğreten bir Rabden haber veriyordu. Yaşadıkları da bu gerçeği doğruluyor, tasdik ediyordu.
Kendisinden önce geçmiş bütün hak peygamberlerin tevhid adına dediklerini aynen söylüyor; böylece onlarla aynı nübüvvet şeceresine bağlılığını ve söylenilen kelime-i tevhidin nasıl köklü, nasıl sarsılmaz bir hakikat olduğunu ispat ediyordu.
Ve yine o, nurani bir ağaç gibi kökünü nebilere bağlarken, milyonlarca yetişmiş veli meyveleriyle de aynı hakikatin bir başka veçhesine şahitlik ediyordu. Bu sayede, bütün nebilerin mucizeleri, bütün velilerin kerametleri onun şahsı manevisinde toplanıyor; böylece o, nebilerin mucizelerini, velilerin kerametlerini yansıtan parlak bir ayna haliyle bize Rabbimizin varlık ve birliğini, rahmet ve şefkatini gösteren büyük bir delil, görmezden gelinmesi imkânsız büyük bir burhan oluyordu.
Onun icraatındaki harikulade başarılar da yine Rabbimizi tanıtan deliller cümlesindendi. Hiç kimseden askeri eğitim almadığı halde, bütün savaşlarından galip ayrılmış, en zorlu anlarda bile ordusunu sevk ve idarede zerre kadar falso yaşamamış, daha sonra cihanı fethedecek yüzlerce kumandan yetiştirmiş bir erkân-ı harpti. Onun son on senesine sığdırdığı bu icraatı elbette mucizeydi ve bu mucizeyi ona veren de Allah’tı.
Daha öncesinde hiçbir devlet tecrübesi olmamasına rağmen, çevresinde toplananlar için de durum aynıyken, beş-altı sene gibi kısa bir zamanda bir devlet kurması, kurduğu devleti arızasız idare etmesi, kendisinden sonra asırlarca kurduğu devletin aslı sabit kalarak çoğalması, çeşitlenmesi ve uzun asırlar dünyanın hâkim devleti konumunu koruması da onun mucizesiydi. Düşünün ki, dört raşit halife gibi dehalar, devlet idaresi dersini ondan almışlar ve kendi dönemlerinin en başarılı birer devlet reisi olmuşlardı. Bu hal ve keyfiyet de ispat ediyor ki, onun devlet kurmadaki, devlet adamı yetiştirmedeki başarısı bir mucizeydi ve bu mucizeyi ona ihsan eden Allah’tı.
O, hayatında hiç kimseden diplomasi dersi almadı. Halbuki ilk birlikte yaşama modeli olan (Modus vivendi) Medine vesikası, Hudeybiye sulhu, çeşitli devlet başkanlarına mektuplar göndermesi gibi diplomatik hamlelerde bulundu ve bunların hepsinde de mucize denecek ölçüde başarılı oldu. Özellikle Hudeybiye sulhu gibi, zahirde Müslümanlar aleyhinde görünen bir diplomatik hamleyi fethi mübine dönüştürdü. Bunlar ve bunlar gibi yüzlerce icraatı gösteriyor ki, bu başarılar onun sadece zati dehasından kaynaklanmıyordu. O vahye mazhardı, ilmi her şeyi kuşatan Allah’tan aldığı vahiy doğrultusunda hareket ediyor ve harikulade bir şekilde muvaffak oluyordu.