BIST9.002,34%0,52
USD34.218%0.26
EURO37,1228%0.21
ALTIN2.983,59%0.99

Sünni-Şii uzlaşması üzerine

Latif Erdoğan

Abone OlGoogle News
12 Ekim 2024 11:01

İslam içine atılmış en büyük ve kalıcı fitne hiç şüphesiz Şii- Sünni ayrıştırmasıdır. Bu tefrika sebebiyle Ehl-i Beyt nice zulme maruz kalmış; özellikle Emevi ve Abbasi dönemlerinde sürgünden sürgüne gönderilerek yersiz yurtsuz bırakılmışlardır.

Ehl-i Beyt, sünnet-i seniyyenin irsi taşıyıcıları ve temsilcileri olmaları sebebiyle asıl ehl-i sünnet velcemaat tanımının tam karşılığı onlardır. Onların karşıtlarını bu unvan ile anmak ve de Ehl-i Beyti Şia kalıbı içine hapsetmek doğru olmayan bir yaklaşımdır; ve maalesef bu yanlış günümüze kadar tarihi yanlışlar devri daimi halinde süre gelmiştir.

İmam Şafi, eğer Hz. Ali’ye muhabbet Şiilikse, insanlar ve cinler şahit olsun ki ben Şii’yim, der. Hz. Ali sevgisi ortak payda alındığında Sünniler ne kadar Sünni isek Ehl-i Beyt de o kadar belki daha fazlaSünnidir; ve onlar ne kadar Şii ise Sünniler de o kadar belki daha fazla Şiidir. Mevcut ayrışımı ortadan kaldıracak en isabetli formül de bu olsa gerektir.

Şia, velayet ve hilafet şiası olmak üzere ikiye ayrılır. Velayet şiası Hz. Ali’nin, bütün velayet silsilesinin başı olduğu noktasında müttefiktir; ve bu sebeple de Hz. Ali’ye daha çok muhabbetle bağlıdır. Böylesi bir muhabbet, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman gibi diğer raşit halifelere ve diğer sahabelere karşı en küçük bir saygı dışı davranışı, saygı dışı düşünceyi içermez, sadece Hz. Ali’ye daha fazla muhabbeti ele verir. Bunun da İslami ölçüler içinde zararlı bir yanı yoktur. Yeter ki, sevgideki ifrat dinin ölçülerini aşmasın; istikametini koruyarak varlığını devam ettirsin…

Hilafet Şiası ise, Hz. Ali’nin hilafete daha layık olduğu teziyle ortaya atılmış, bu sebeple de diğer raşit halifelere ve sahabelere karşı edep dışı söz ve davranışlarla varlığını günümüze kadar sürdürmüştür. İlk organizesi Yahudi Abdullah b. Sebe tarafından başlatılan bu akım ilk devletleşmesini Fatımilerle gerçekleştirmiş, günümüzde ise başat devlet olarak İran’la temsil edilir olmuştur.

Hilafet Şiasını haklı çıkaracak ve bu ayrışmaya gerekçe kabul edilecek makul hiçbir argüman yoktur. Kader açısından bakıldığında raşit halifelerin sıralaması yüzde bin isabetlidir. Çünkü, bu sıralamanın her hangi birinde takdim- tehir olsaydı dört halifeden biri hilafet vazifesini ifa edemeden ölecek, dolayısıyla o şahsın hilafet vasıtasıyla yaptığı fütuhat ve hizmetlerden Ümmet-i Muhammed mahrum kalmış olacaktı. Hele ilk halife Hz. Ali olsaydı, onun döneminde yaşanan iç çekişmelerin tanıklığı ile diğer üçünün hilafetinde gerçekleşen dış fütuhat akim kalacaktı.

Hz. Ali, kendini ilk üç halifeden hilafete daha layık görseydi; ve kendisinin geri bırakılmasının haksızlık olduğuna inansaydı bir dakika bile bu haksızlığa karşı savunmasız kalmaz ne pahasına olursa olsun hakkın ikamesine çalışırdı. Halbuki esedullah unvanına layık o büyük İslam kahramanı hilafet sıralamasının vakide olduğu şekliyle gerçekleşmesini asla mesele edinmemiş; kendisinden önceki üç halifeye yirmi seneden fazla danışmanlık yaparak rıza ve hoşnutluğunu fiilen göstermiştir. Şiilerin ona isnat ettikleri takıyyeden, korkaklıktan Hz. Ali sonsuz derece uzaktır, ona bu tür isnatta bulunmak kelimenin tam anlamıyla bir bühtan ve iftiradır. Öyleyse, Hz. Ali’nin hilafeti konusundaki isabetli görüş Şiilerin iddiaları değil Ehl-i Sünnetin kabul ettiğidir.

15 asır önce yaşanmış bir olayı günümüze taşıyarak bu olayı ayrışmaya ve bloklaşmaya gerekçe yapmak da fevkalade yanlış bir tercihtir. Dolayısıyla ne geçmişiyle ne de şimdiki haliyle Şii- Sünni ayrışmasının makul hiçbir gerekçesi bulunmamaktadır. Bu haklı tespit sebebiyle diyoruz ki, Şii- Sünni yapay ayrışmasından derhal vaz geçilmeli, fıtri İslam birlik ve beraberliğinde karar kılınmalıdır.

İran, Sünni Müslüman düşmanlığını devlet politikası olmaktan çıkarmalı, diğer İslam ülkeleri de Türkiye örneğinde olduğu gibi İran’ı dışlamaktan vaz geçmelidir. İran-İsrail arasındaki gerilim de bile İsrail’den yana tavır alabilen zihniyet asla Sünni düşünce ve görüş olamaz. Israrla İran ile İsrail’in savaşmasını temenni etmek de yine aynı sakim anlayışın bir ürünüdür. Sünni- Şii uzlaşması adına kendimize yeni bir mazi kurmak; yeni söylemler geliştirmek zorundayız. “Dünle beraber gitti cancağızım/Ne kadar söz varsa düne ait/ Şimdi yeni şeyler söylemek lazım”(Mevlana)

Bu cümleden olarak iki kitleyi bir araya getirecek; onları birbiriyle tanış kılacak organizasyonlara ihtiyaç vardır. Bu organizasyonlar sivil toplum kuruluşları, akademik çevre eliyle gerçekleşse de devletten de destek görmeli; siyasi- gayri siyasi ufku daraltacak yaklaşımlardan şiddetle kaçınılmalıdır.

*Hırkayı kaftanının altına giymiş, kelimenin tam anlamıyla çelebi bir siyaset adamı olan Recai Kutan büyüğümüze Allah’tan rahmet, bütün yakınlarına, sevenlerine baş sağlığı diliyorum. Nur içinde yatsın. Mekanı cennet olsun.

Latif Erdoğan

Akit TV köşe yazarı