BIST9.693,46%1,77
USD32.5355%0.02
EURO34,7190%0.09
ALTIN2.499,53%0.61

Yüksek ama yetkisiz ve yıkıcı bir mahkeme mi?

Kenan Alpay

Abone OlGoogle News
16 Ekim 2020 09:37

Türkiye’de yargı süreçleri her zaman tartışmaların hatta ağır eleştiri ve itirazların göbeğinde oldu hep. Özellikle yüksek yargı Kemalist vesayetin, askeri yapısı ağır basan bürokratik oligarşinin halka karşı kullandığı en güçlü silah pozisyonundaydı. Hali hazırda yargı süreçleri yapılan bütün reformlara rağmen cinayet, gasp, rüşvet davalarından siyasi davalara hatta darbe davalarına kadar mahkemelerin verdiği kararlar ayrımcılık, tutarsızlık, orantısızlık gibi yönlerden toplum nezdinde huzursuzluğa sebep olacak şekilde tartışmaların odağını işgal ediyor.

Anayasa Mahkemesi Üyesi Engin Yıldırım’ın sosyal medya hesabından paylaştığı ve pek çok olumsuz manaya ve sonuca yorulabilecek “ışıklar yanıyor” mesajı karşısında gösterilen tepkileri nasıl değerlendirmek gerekiyor? Acaba Türkiye için sonu gelmeyen darbe tehditlerine bir yenisi daha eklendi mi? Yoksa bu mesaj bir işaret fişeğiydi de Anayasa Mahkemesi bir süredir tırmandırdığı gerilimli süreci esaslı bir kaotik sürece mi taşımak istiyordu? Belki de bunların hiçbiriyle alakası yoktur ve bir AYM üyesinin bireysel ama patavatsız ve sorumsuz, alabildiğine çirkin ama kastı aşan ve bağlamından koparılan bir çıkıştı.

Çirkinliği, sorumsuzluğu ve neticeleri provokasyona kadar varabilecek bu tür çıkışları mahkûm etmeli elbette. Ancak canımızı sıkan her meseleyi bir darbe tehdidi gibi algılamaya, siyaset ve yargının hemen bütün kademelerinde fasıla vermeksizin Fetö’cü sızmalar aramaya, devlet ve toplumu kesintisiz bir biçimde darbe tehdidine karşı teyakkuzda tutmaya bu denli hevesli olmak önü arkası kestirilemeyecek sıkıntılar doğurur. Anayasa Mahkemesi’nin 27 Mayıs 1960 darbe sürecinden 12 Eylül 2010 referandumu ile yeniden yapılandırılmasına uzanan süreçte nasıl karanlık ve bozguncu bir misyon üstlendiğini biliyoruz elbette. Lakin 2010’dan sonra yapılandırılan haliyle Anayasa Mahkemesi siyasetin ve toplumun önünü açma, temel hak ve özgürlükleri genişletme misyonuyla hareket etti ve ediyor.

Eksiklerini, yanlışlarını gidermek ve sadece en üst değil en adil karar mercii kılmak üzere hareket edilmesi gerekirken Anayasa Mahkemesi’ni bir süredir hedef haline getiren bir iklim oluştu maalesef. Unutmayalım ki; bireysel başvuru hakkının Anayasa’da tanınmasıyla beraber Türkiye çok büyük oranda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’yle yaşadığı sorunları aşabildi. Fakat 15 Temmuz travmasının neticesi olarak idari ve yargı süreçlerinde alınan kimi karaları veto etmesi Anayasa Mahkemesi’ni yeni bir muhalefet üssü, bürokratik direnç merkezi hatta Avrupa Birliği’nin uzantısı gibi değerlendiren kimi aşırı yorum ve ithamların önünü açtı. Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını eleştirmekle kalmayıp ilk derece mahkemelerin kararlarında diretmesi esasen bu psikolojik gerilimli iklimi idari kaosa doğru sürüklemeye başladı.

Bu süreçte yaşanan gerilim bir siyaset biçimi ile bir yargı sürecinin çekişmesi olmaktan çok öteye uzanıyor. Dikkat edersek esasında sadece Anayasa Mahkemesi değil 2010 referandumunda halkın siyasi iradeye verdiği Anayasa Mahkemesi’ne tanınan temel hak ve özgürlükleri genişletme yetkileri itibarsızlaştırılmış oluyor. Anayasa Mahkemesi’ni kararlarıyla, üyelerinin mesajlarıyla tartışmakta hiçbir beis yok. Fakat tartışmayı patavatsız ve sorumsuzluk yaptığını itiraf edip özür dileyen bir üyenin fevri çıkışından çok ilerilere taşıyarak darbe iması ve tehdidi çıkarmak ne ülkeye ne de topluma hayır getirir. Kaldı ki, Anayasa Mahkemesi yaptığı resmî açıklamayla üyesinin çirkin mesajını reddetmiş durumda.

Peki, Anayasa Mahkemesi yine mevcut Anayasa’ya göre devletin en yüksek ve hem idarenin hem de diğer mahkemelerin kararlarına kesinlikle uyması gereken bir mahkemeyken darbe üssü gibi lanse edilirse hukuk teminat altına mı alınmış olur? Anayasa Mahkemesi’ne posta atan yerel mahkemeler, kararlarına uymaya Yargıtay ve Meclis pozisyonu hukukun üstünlüğünü, temel hak ve özgürlüklerin teminatını nasıl temin edecek? Mahkemeyi lağvetmek, yapısını değiştirmek, yetki alanlarını daraltmak gibi şeyler mümkün elbette. Ancak kanunen hiçbir değişime gitmeden bu yetkileri konjonktürel gerekçelerle şöyle ya da böyle budamak keyfiliği, kaosu ve gerilimi besler evvelemirde. Bürokratların hedef tahtası, siyasetçilerin günah keçisi gibi muamele ettiği bir mahkemenin adını yüksek, yetkisini geniş diye tanımlamak olmaz.

“İstim arkadan gelsin” mantığı hukuk devletinin mantığı değildir. Anayasa Mahkemesi’ni de karar ve üyelerini de tartışalım ama sinsilik veya ihanet, vesayet veya beşinci kol gibi ithamlara hiç tevessül etmeden. Eğer vesayeti derinleştirecek, darbeyi ima edecek, siyasi iradeyi felç edecek bir kasıt ve örgütlenme varsa hiç günlük polemiklerle toplum gerilmesin ve gereği derhal yapılsın. Ama yargı denetiminden azade bir idare ve siyaset hevesinin ters tepeceğini de hatırlatalım. Toplumu devletin tasarruflarına karşı koruyacak ve hukukun üstünlüğü için çalışacak bağımsız bir yargı sadece bugünün ve bir kesimin değil yarınların ve herkesin teminatı olacaktır.

Kenan Alpay

Akit TV köşe yazarı