BIST10.247,75%-0,86
USD32.2697%0.06
EURO34,7094%0.07
ALTIN2.393,92%0.03

Türk’ün amentüsü altıdır-1-

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
05 Mayıs 2020 06:16

Milletleri “devlet” yapan çok güzel hasletler ve bağlılık kaynakları vardır. Bunlar her “millî devlet” e göre değişse bile ortak olan özellikler de “olmazsa olmaz” lardır. Bizim de olmazsa olmazlarımız; Din, vatan, bayrak, marş, dil ve insanî değerlerimizdir. Bu sıralamanın yerleri değişmez, değiştirilmesi dahi teklif bile edilemez, böyle bir durum amentünün işleyişini bozar.

“İman etmek” anlamında kullanılan amentü kelimesi aynı zamanda da “inanmak” anlamında da kullanılır. Kelime oyunu yaparak “dine inanmanın koşullarını bırakıp başka şeylere iman etmek de nereden çıktı?” şeklinde algı oluşturmak isteyenler, beyhude bir çabanın içerisine girmiş olurlar ve de yemezler, o tongaya düşme dönemi çoktan geçti ve artık maymun da gözünü açtı, günaydınlar!...

İslamî itikat – anlayış ve ahlâkımıza göre “inanmak” her şeyden önce gelir. Ancak “ümmet” olabilmek ve bunu da “devlet” garantisi altında yapabilmek / idame ettirebilmek için sizin de bazı değerlere saygı duymanız – sahip çıkmanız – baş tacı etmeniz – tehlikeler karşısında onlara kol kanat germeniz ve yüceltmeniz gerekir. Köklü bir geçmişi, derin bir devlet geleneğine bağlı ve sahibi oluşu, “baş” sız olamayışı gibi özelliklerimizden dolayı biz Türk Milletine de Allah tarafından eşsiz özellik ve güzellikler bağşedilmiştir. Bu yüce, aziz ve asil millet; “dünya” denilen coğrafya ve at nalladığı her bir karış toprakta öyle ya da böyle bir şekilde “devlet” olmayı becerebilmiş, şanlı mücadelelere imza atmış, yeri geldiğinde de çağ açıp çağ kapamıştır. Bugün, adına “Türkiye” denilen bu güzelim “Türk Yurdu” nun o kadar da kolay olmayan “devletleşme” süreci çeşitli badirelerden geçilerek bu günlere kadar getirilmiş ve ayakta tutulmaya çalışılmıştır.

“Cumhuriyet” olmayla yeniden uluslararası arenada devletleştiğini ve “hasta adam” ın iyileştiğini “biz yoksak siz de yoksunuz!” mesajını vererek gösteren, sonrasında da savaş - hain darbe – tuzak - muhtıra ve yapılmaya çalışılan balans ayarlarıyla yeniden ayağa kalkıp her bir süreci “yeniden dirilme” yi canlandıran, “yıkılmadık, ayaktayız!” mesajını veren bu güzelim ülke birçok “değer” in sahiplenilmesi ve bağlılığıyla varlığını devam ettirmekte, “bu yolda biz de varız!” demektedir. Bu ülke öyle dalga geçilerek “hindi” ülkesi olmadığı gibi pinokyo – yedi cüceler ülkesi de değildir. Bu ülke, Türk’ün “Türk” olduğu ülkedir ve herkesin de bunu böyle bilmesi gerekir.

Bizi “biz” yapan öyle güzel hasletler vardır ki, bunlar sayesinde ayakta duruyor, “kutsal” saydığımız bu mübarek beldeleri – cennet vatanımızı başkalarının ellerine paspas ettirmeyip koruyor, pespaye bir şekilde kullanılmasına da müsaade etmiyoruz. “Kim giderse gitsin, buralar bizlere emanettir!” duygu ve düşüncesiyle hareket ederek “devlet olma” nın madden / manen sembolleri olan değerlerimizi de baş tacı etmiş ve “ya devlet başa ya kuzgun leşe” diyerek bu uğurda can alıp / can vermişiz. Yere dökülen her bir kandamlası, okyanusları dolduracak kadar değerli olduğu gibi o kanın karşılığı alınmadığı sürece de kurutulmasına müsaade etmeyiz. Tarih sahnesi bunun örnekleriyle doludur. BBP lideri merhum Muhsin YAZICIOĞLU’nun “Söz konusu vatansa dünyanın şah damarını keseriz!” sözü boşuna söylenmiş, tecrübe edilmemiş bir söz değildir. Bu gerçek halen daha geçerliliğini korumakla birlikte, aziz milletimiz için can pahasına sahiplenilen, inandığımız – uğruna iman ettiğimiz değerlerden bahsetmeye çalışacağız:

1 – “DİN” E BAĞLANMAK ya da İMAN ETMEK BASİT BİR KABULLENİŞ MİDİR?

Meslek ya da uğraşları karşısında efor sarf edip alın teri dökenler, maddi bir beklenti içerisine girer ve haklı olarak da bunun karşılığını almış olurlar. Peki yaratılmışların en şereflisi, akıl ve izanla donatılmışı, cüzi irade verilerek şekillendirilmişi olan insanoğlu; Her şeyi onun için yaratan, tabiat – nebatat ve hayvanatı onun emrine / hizmetine sunan Rabbi için, bir şey yapmayacak mı, O’na karşı kulluk görevlerini yerine getirmeyecek mi?!... İşte bunu yapabilmek için “iman” dairesi içerisine girebilmek, şeksiz / şüphesiz kulluk bilincine göre hareket etmek gerekir. Bunu yaparken de bu kabullenişin bazı kademelerinden geçmek ve sırasıyla her birine inanmak gerekiyor.

İslamiyet’in gelmesiyle birlikte ondan önceki tüm “hak” dinler hükmünü kaybetmiş ve dünya yeni kurtarıcısıyla tanışmıştı. “Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım!” diye buyrulup gelişi müjdelenen Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in çilekeş hayatından sonra İslam halkası genişlemiş, dünyanın her bir ücra köşesine kadar tebliğ edilmesi için de tüm sahabe ve evliyalar seferber olmuştu. Türkler de inanç, dünya görüşü, yaşam şekillerine uygun olan bu “din” le tanışma ve kabullenme şerefine erişip, iman dairesinin dünya çapınca genişletilmesine büyük katkılar sağlamış ve artık İslam’la Türklük yan yana anılır olmuştu. “Müslüman” olduktan sonraki Türk, bağlılık - merhamet ve tam teslimiyet duygularıyla dinini tebliğ etmek ve bu metotla dünyaya yaymak için sefer üstüne sefer düzenlemiş ve bu dine sayısız hizmetleri yapmıştır. Bu gün Arap coğrafyasının içler acısı durumunu gördükçe iyi ki bu aziz milletimiz İslam’la tanışma bahtiyarlığına erişmiş ve bu güzel dine hizmet etmiş, bunu inkâr eden aynaya bakıp kendini sorgulasın!...

Türk Milleti için Müslümanlık olmazsa olmazdır. Bu uğurda neleri yapabileceğini görmek için İstanbul’un Fethi’ne, Viyana’nın kapılarına kadar dayanmaya ve Çanakkale’nin geçilmezliğine bakmak yeterli olur. Gören göz – işiten kulak ve hisseden kalp için bunlardan daha iyi nasıl bir örnek istersiniz? Tarihin tozlu sayfalarına baktığınız zaman Türklerin, İslam’ın şereflenmesi için kaç savaş yaptığı – kaç can verip bu uğurda şehit düştüğü, kaç gaziye şifa bulmaya çalıştığından bahsetsek buna ne sayfalar ne de ömrümüz yeter. Bizim verdiğimiz mücadelenin 1 / 10’ini bile vermeyen Arap dünyası, Türk’ü hem arkadan hançerlemiş ve hem de kutsal saydığımız bütün değer ve toprakları küffar elinde pespaye etmiş, halen daha da marifetmiş gibi bunu da devam ettirmektedir. Hani dün birileri tarihi yanlış yazmış misyonerler de Arapları Osmanlılara karşı destekleyip kışkırtmıştı. Peki bugün bir şeylerin değişmediğini görünce yine de tarih mi yanlış yazmış oldu, merak ediyorum; niye bir şeyler değişmiyor, Araplar mı çok akıllı yoksa Türkler mi çok aptal?!..

Türk Milleti, dinî saydığı tüm değer ve imanî koşullara sorgusuz - şeksiz / şüphesiz bağlıdır. Müslümanlığı tüm hazlarıyla birlikte yaşayan, yaşatması için de büyük bir hoşgörü ile tebliğ eden, misafir - geçici ya da kalıcı olarak gittiği her bir yurdu İslam sancağı yapan ve inancını buralarda tatbik etmekten de geri kalmayan bu aziz millet, tüm dini unsurlara el ya da dil uzatıldığında gerekeni yapmaktan da geri kalmamış, el ve dil kökünden sökülüp atılmıştır. Müslümanlığı – iman etmeyi basit bir teslimiyet / kabulleniş olarak görmeyen, dinle milletini etle kemik gibi birbirinden ayırmayan bu aziz millet, İslam mayasıyla yoğrulmanın ne demek olduğunu iyi bildiği için yaşamının – amentüsünün ilk sırasına dini koymaktan da vazgeçmemiş, Yaratan’ına ve O’nun tüm emirlerine tam bir huşu ile teslim olmuştur. “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman olmak” – “Türklük kavanozsa İslamiyet baldır. İslamiyet olmasaydı Türklük içi boş kavanoza benzerdi” – “Türklük gururumuz, İslamiyet şuurumuz (ya da onurumuz)” gibi söylenmiş sözler hep bu anlayışın bir sonucu olmuştur.

2 – VATAN, SADECE BİR KARIŞ TOPRAK PARÇASI MIDIR?

Dinine tam teslimiyetle bağlı olan Türk; Canı, malı, namusu ve vatanı için canını dişine takıp “şehadet” i göze alır ve o yüce makama ulaşmayı dört gözle bekler. Vatan sevgi ve bağlılığını imandan bilecek kadar da sağlam din bilgisine sahip olanları da bir tarafa bırakarak aklı başında olsun ya da olmasın, dünyevi – uhrevi tüm görüşleri ne olursa olsun Türk için “vatan” söz konusu olduğu zaman delirir, bir sonraki adımını bile kestiremezsiniz. Çocuk, deli ve sarhoşlarda da durum bu merkezdedir. Denemek – test etmek isteyen varsa yapsın!...

Özgürlüğüne olan düşkünlüğü, yaşadığı yerin kudsiyetine verdiği değeri, hiçbir şart ve koşul altında bile esareti kabul etmeyişi gibi genetik özelliklerine baktığınız zaman Türk için “yurt” tuttuğu her bir yer “vatan” dır. Hani şair diyor ya; “Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”Bakın gerek Anadolu ve gerekse Anadolu coğrafyası dışında kalan tüm yörelerimizde “arazi kavgaları” diye şahit olduğumuz tüm olaylarda - bu vatanın bir parçası olarak kabul ettiğimiz - toprağa olan bağlılık yatar. Ufak bir arazi parçası için canını verenlerin “vatan” için neleri yapacağını siz hesap edin!...

İçimizdeki hain işbirlikçileri – terörist ruhluları bir tarafa bırakarak, inanç – yöre – siyasi görüş vs durumları ne olursa olsun ülkemizdeki her bir ferdin “vatan sevgisi” tartışılmaz, şehitlik gayesiyle sıraya girmek için de birbirleriyle yarışırlar. Bu yüzden “vatan” bizim için olmazsa olmazlarımızdan ikincisidir ve buna olan bağlılığımız da tartışılmaz.

“İlah – i Kelimetullah” ı dünyanın dört bir tarafına yayıp insanlığa hidayet kaynağı olmaya çalışan ve her gittiği yeri de canı pahasına koruyan - vatan edinen tarihin bu şanlı milletinin eline kala kala “Türkiye” miz kalmış olmasına rağmen, bu yurdu da her zaman korumuş ve bu uğurda sayısız kahramanlıklar sergilemiştir.Bu ülke uğruna şehadet şerbetini içenler, dün olduğu gibi yarın da var olacaktır, bundan da şüphe duymuyoruz!...

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı