BIST9.524,59%-0,06
USD32.526%0.17
EURO34,7338%0.22
ALTIN2.489,39%1.10

Her zaman sığınılacak olan liman; Din

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
26 Mart 2020 09:56

İnsanları birbirine bağlayan – kenetleyen / sımsıkı yapan “din” her zaman - zeminde lazımdır ve gereklidir. Bu durum; kulluk bilinci – iman şuuruyla açıklanabileceği gibi aynı zaman da “devletler” için zor – güçsüz / takatsiz kalındığı – imkânların tükenip “pes!” etmenin kabul edildiği zamanlarda da geçerli “manevi” bir bağ olarak kabul edilmiştir, kabul edilmesi de “imanî” bir zorunluluktur.

Allah – ü Teâla (c.c.); kafirler – müşrikler istemese de nurunu tamamlayacağını, dininin sahipsiz bırakılmayacağını bir çok ayetinde emretmekte, “kudret” ve “irade” sini de tartışmaya açmamaktadır. Kuluna verdiği “cüzi irade” yi, kulu, farklı yollarda kullanmış olsa bile, O yine, “tövbe” ve “sığınma” kapılarını açık bırakmış, “varacağınız yer, yine benim yanımdır!” gerçeğini emretmiştir. Hani son zamanlarda virüs yüzünden tırstığımız, musallada konulan yakınlarımızı gördüğümüzde aklımıza gelen “ölüm” var ya; işte o gerçek, öyle ya da böyle bir şekilde kapımızı çalacak ve karşımıza da çıkacaktır, çıkıyor da zaten!... Yalnız bir farkla; Bireysel bazlı ölümler akraba ve yakınlarının canını yakıyorken, şehit – doğa olayları ve son zamanlardaki virüs kaynaklı yaygın salgın hastalıklar da topyekûn canımızı yakmakta ve “nerede hata yapıldığı” – “kulluk bilincinin yetersizliği” nden yani Allah’a (dine) olan yakınlığın uzaklaşılmasından şikayet edilmekte, serzenişte bulunulmaktadır. Sorun ve çaresi belliyse, bu gidiş nereye ey İnsanoğlu!....

Milletimiz, İslam’la şereflenmenin hazzını yaşadıktan sonra girdiği her savaşı - Yaratan’ı, Peygamberi ve imanına da sığınarak- “zafer” le noktalamanın, küffara karşı boyun eğmemenin sayısız örneklerini tarihin şeref tablosunda yazarak göstermiş, her seferinde de üstüne yeni zaferler koyarak kendini ispatlamıştır. İstanbul’un fethine imza atarken Peygamber duasına mazhar olmak için nasıl canhıraş bir şekilde surlara gedik açıp burçlarına bayrak diktiği, bugün bile insan gücüyle kaldırılması zor olan 215 okkalık (276 kiloluk) merminin nasıl bir iman gücüyle topa yerleştirilip gemilerin batırıldığı ve “Çanakkale Geçilmez!” dedirtildiği, tankların önüne atlayıp – altına yatıp çatılardan da F16 uçaklarına vida – somun ve maymuncuk anahtarı atacak kadar “deli cesareti” nde olanları ve onları durdurmaya çalışanlara karşı göğüslerini nasıl siper edip bu ülkenin sahipsiz olmadığının gösterildiği o 15 – 16 Temmuz gecesini düşündüğünüz zaman, bu “iman gücü” nün nelere kadir olduğunu tam olarak kestirebilmek imkânsızdır. Hani tarihin belli başlı evrelerinde sürekli olarak hep bir “Yeşil Sarıklılar” dan bahsedilir ya, bunu bir kez daha düşünelim olur mu?!...

“Kul sıkışmayınca Hızır (a.s.) yetişmez!” misali, bu millet; düştüğü her sıkıntılı durumda bir taraftan eğik – ezik bir başla Yaratan’ına sığınırken, diğer bir taraftan da mücadeleyi – duayı elden / dillerden bırakmamış, imtihandan alnının akıyla çıkmaya çalışmıştır. Ülke olarak son birkaç yıldır yaşadığımız hadiselere baktığımız zaman, hep bir “boyun eğme” – “kadere rıza gösterme” yle karşı karşıya olduğumuzu görüyor, gösteriyoruz. Ancak içimizdeki bazı kendini bilmez, insan ve insanlıktan nasibini almamış müsvedde tipler, minarelerden okunan “sela” ve “dua” lara karşı bir algı – hakaret yarışı içerisine girmiş, kendilerini “güç” ün üstünde bir “güç” olarak göstermeye başlamıştır. Biz; buna 15 Temmuz ardındaki süreçte de şahit olmuştuk. Bu mantık, bir türlü durmuyor, duracağa da hiç benzemiyor.

Toplumsal olaylar, infialler, salgın hastalıklar, doğada meydana gelen susuzluk – sel – deprem – yangın – çığ gibi maddi / manevi kayıplarda sığınılacak tek liman; ibadet ve dua yoluyla Yaratan’a koşmak / yakınlaşmaktır. Virüs salgınıyla birlikte kapanan – normal şartlar altında bile Cuma namazı haricindeki vakit namazlarında da mahzun olan – camilerden şu son günlerde elimizde kalan tek şey; Minarelerden ezan okunması ve duaların anons edilmesidir. Bunu bile çok gören / kendini bu milletin efendisi (!) zannedenler; yanılıyorsunuz, bu gemide siz de varsınız, biz dua ederken insanlık adına yaparız ama beddua etmek bize yakışmaz, tek bir farkla, size şu kadarını söyleriz; “Allah; Kadirdir, hakkıyla her şeyi bilendir – görendir, af edicidir – af etmeyi sever, sizi de biliyor – görüyor, ödülü de cezayı da size verecek olan O’dur, merak etmeyin!....”

Millete dinî inanç ve argümanları üzerinden hakaret etmek – alaycı bakışlarla dalga geçmek, aşağılığın en tavan yaptığı noktadır. İnsanlık şirazesinden çıkıp yaptıklarını “medenilik” zannedenler, hiçbiriniz bu toplumda bir karşılık bulamayacak ve bunlar da sizin son çırpınışlarınız olacaktır. “Din” ve onun üzerinden ortaya konulan “yaşantı”; Tüm kurumların, tüm siyasî görüş ve inanışların, tüm partilerin, tüm ideolojik düşünce ve tavırların üstündedir. Kendi inanışlarını “din” in yerine koyup kendini bulunmaz Hint kumaşı gibi zannedenlerin, “din” karşısında “zerre” ce değerleri yoktur. Bu konuda naçizane tavsiyemiz; Sapkın dünya görüş ve ideolojilerine sahip olup doğru yoldan ayrılanların bir an önce tövbe edip din ipine sımsıkı bir şekilde sarılmalarıdır.

Din ipine sarılmayan, kendine bundan başka çarşaf gibi liman ve “geçerli yol” arayanların hâli, dümeni kırılan gemiye benzer; onun da sonu ya alabora ya da kayalıklara çarpıp paramparça olmaktır, tercih sizin!...

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı