BIST9.915,62%2,05
USD32.509%-0.09
EURO34,7760%-0.56
ALTIN2.438,67%0.10

Dünden bugüne; seçilmişlerin “kamusal alan” dan tasfiye edilmesi -1-

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
02 Aralık 2019 09:01

Siyaset; Fikir ve ideolojinin pratiğe dökülmüş şeklidir, teorisi değil!... Siyaset, sadece teoriden ibaret olsaydı; bugün her seçilmiş birer teorisyen oluverir ve bunlara at gözlüğüyle bakılmamış olurdu. Pratiğe dökülmeyen her bir teori, kitabında kalmaya mecbur ve mahkûmdur.

Türkiye’yi iki sınıf insan yönetir, yönetmeye talip olur; “Seçilmişler” ile “Atanmışlar”. Atanmışlar; her hangi bir olaya sebebiyet verdiklerinde en kısa ve kestirme yoldan – tabii ki dayıları ya da yaslanacakları bir yerler yoksa – cezalandırılır ya da direkt olarak görevlerine son verilir. Atanmışlar, zaten ilgili kanun ve yönetmelikler dahilinde göreve başlar ve bu görevlerini sürdürmeye çalışırlar. Yani işi kitabına uydururlar. Buraya kadar her şey normalmiş gibi görünüyor. Bizi “rejimin bekçileri ve avukatları” konumundaki “atanmışlar” dan daha ziyade “seçilmişler” ilgilendirmektedir.

Seçilmişler, seçilmeden önce her şeyi halledebilecekleri – ortamı güllük (gülistanlığa) çevirebilecekleri zannına kapılıyor ve seçildikten sonra bunun böyle olmadığını görünce basit bir hayâlin peşinden koştuklarını anlamış oluyorlar. Tabii ki bunun adına “dereyi görmeden paçaları sıvama” denilir, başka bir şey değil!...

Hayâl peşine koşan insanlardan verim alınamaz. Seçilmiş kişilerin bir çoğunun hayâl peşinde koştuğu hatta hayalperest oldukları ve görev yapamadıkları – “el indir – kaldır!” dan başka bir işe yaramadıkları için, Meclis’i – rahmetli Salih MİRZABEYOĞLU’nun tabiriyle – “Vasıfsız insan silosu” haline getirmişlerdir.Böyle bir Meclis’ten elbette ki medet umanlar olacaktır. “Delinin biri kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkartamamış” misalinde olduğu gibi, delinin peşinden “akıllı” ve akıllının peşinden de “deli” koşarsa böyle bir Meclis’ten icraat beklenilmesi kadar gülünç bir durum olamayacaktır. Her dönemde değişik tiplerin politika üretmeye çalıştığı bu Meclis, emin olunuz ki bazen sirk ve bazen de tiyatroyu andırmaktadır. Kürsüde olan serencamları, kabinede çorapları kokan bakanı, çiçek sulayan vekil hikayelerini ne çabuk da unuttuk!..

Meclis’te ve seçilmişliğin diğer alanlarında elbette ki unvan ve makamının hakkını veren / vermeye çalışan idealist insanlar da vardır. Bu konuda kimseye haksızlık yapamayız. Bunlar, hizmet ve ideolojinin zaferle sonuçlanmasını hedefledikleri ve bu millet için hayırlı eserler / hizmetler bırakmayı şiar edindikleri için var güçleriyle çalışmışlardı, çalışmakta olanlar da vardır. Bu tür insanların karşısına tuhaf ve anormal zihniyetli insanlar çıktığı için, “Kamusal Alan” dan uzaklaştırılmış, “siyasî yasaklı” hâle getirilerek âtıl durumda bırakılmışlardır, neden mi?!..

Onlar; Ahde vefayı borç bildikleri ve “vefa” yı eskiden Eminönü’nün şimdide Fatih’in bir semti olarak görmedikleri, tükürdüklerini yalamadıkları, el öpmedikleri, cemaatlere bağlı olarak hareket etmedikleri, yağcılık – yaltakçılık ve yalakalık yapmadıkları, şakşakçı zihniyetleri kabul etmedikleri, bel bağlamadıkları, koltukları çivilerle (hatta mıhlarla) çakılmadıkları ve dana derisinden yapılmadıkları, emir almadıkları – süklüm / püklüm – köle / dilenci olmadıkları ve vesayetleri takmadıkları, kısacası olduğu gibi görünüp göründükleri gibi oldukları için “atanmışlar” muamelesine tabi tutulmuş ve – “sen bir garip Çingenesin; nene gerek gümüş zurna?!” mantığıyla hareket eden – zihni bulanık insanlar tarafından “seçilmişlik hakkı” ellerinden alınmıştır.

Onların “kamusal alan” dan tasfiye edilmeleri ve “hedef” gösterilmelerinin sebebi; Şuurlu Müslüman olmak, haksızlıklara karşı susmayıp boyun eğmemek, “yanlış” bilinen “doğru”lar karşısında muhalif olmayı her zaman ve zeminde yerine getirip sürdürmeye devam ettirmek, mazlumları tutmak ve zalimlere kan kusturmaktan başka bir şey değildi ve bu da – bu hareketinizle şah damarlarına bastığınız kişiler tarafından – “suç” olarak kabul edilir ve cezalandırılması gerekirdi. Onlar, cezalarını – bize göre ödüllerini – siyasal (kamusal) alandan tasfiye edilerek aldılar.

“Bizim için önemli olan kamusal alan değildir, her zaman ve zeminde bu aziz millet için her türlü hizmeti etmeye hazırız!” gerçeğiyle hareket eden güzide insanlarımız, elbette ki hedeflerine – yüksek tepelere uçar gibi – kavuşacak ya da gideceklerdir, sürünerek değil!... Diyen ne güzel de demiş; “Yüksek tepelerde hem yılana hem de kuşa rastlayabilirsiniz. Ama biri sürünerek, ötekiyse uçarak yükselmiştir.” Biz; sürünenlerden değil, uçanlardan olalım ama inerken konmasını da bilelim.

Seçilmiş güzide insanlara; “Çağırırım şunu – bunu, gelir ha!” mantığı ve tehdidiyle yaklaşan kişiler, bir boru öttürmüş gidiyor ve dayılık taslamaya çalışıyorlar. Bunlar, zoru gördüklerinde ise “Aman hocam! Kurtar bizi bu fillerden, Gece – gündüz çalıştık aç kaldık birden!” dediklerinde, seçilmişlerin “Ötme bülbül ötme! Keserler seni!” neticesiyle karşılaşıyorlar. Boşuna; “Ne doğrarsan aşına, o gelir kaşığına!” – “etme bulma dünyası” dememişlerdir.

Türkiye’de “cüzamlı” muamelesinde bulunmayı meziyet zanneden ama yaptıkları hakaret ve hareketlerle lağım faresini aratmayan kişiler, seçilmiş güzide insanlarımıza tavır takınmaya devam etsinler, çünkü biz biliyoruz ki; “Kılavuzu karga olanın burnu ….tan kurtulmazmış”!!... Kamusal alandan tasfiye edilen insanlarımıza birkaç örnek vermeye çalışalım:

Bir ülke düşünün: O nazik ve narin sistemine dokunan her kim olursa olsun ya hapsi boylayacak ya da idam sehpasını!... “Sistem” inin adını bile koymaktan aciz olan bu zümre – rahmetli Necip Fazıl’ın tabiriyle – “Baştan başa karıları orospu, kocaları deyyus, anneleri tellâl, babaları hırsız, oğulları lûtî, kızları sun’î bakire ve hepsinden beter olarak ruhları Allah nurundan ve insanın kaygısından topyekûn mahrum” olan öyle bir insan topluluğundan mürekkeptir ki, bunlar her çöplüğü “sistem” olarak kabul eder ve zannederler ki sadece bizim çöplükte ötülecektir. Biz, sinek değiliz ki onların çöplüğüne konalım. Onların sistemi onların olsun!...

Bu kısma niye böyle başladığımızı merak edenler olabilir, onların merakını gidermeye çalışalım: Bir “sistem” hastalığıdır gidiyor. Gelen giden “sistem” diyor, başka bir şey demiyor. Bunu diyenlerin nasıl özelliklere sahip olduklarını üstad Necip Fazıl yukarıda verdiğimiz sözünde açıkça belirtmişti. “Sistem” diyen başka bir şeye demeyen zümre, istedikleri gibi olmadığı – olamadığından ötürü Adnan MENDERES gibi bir başbakan ile çok değerli iki bakanını ipe göndermeyi marifet zannetmiş ve yıllar sonra da devlet töreniyle “iade – i itibar” larını sağlamıştı. Ahh, ahh, ahh!...

Adnan MENDERES, bir devrin adamı!.. Halâ niçin asıldığını bilemeyen kamuoyu, kendi kendine “Bunu hak edecek ne yaptı?” sorusunu sormaktadır. Üstüne üstelik idam kararı kesinleşip 40 bin insanımızın kanına imza atan bir teröristin “ağa” gibi beslenip güvenliğinin sağlandığı bir ortamda bu sorunun cevabının aranması artık bir “ihtiyaç” halini almış ve daha da merak edilir olmuştur. Biz de “Gidin, onu asan zümreye – zihniyete sorun!” diye cevap veriyoruz. Onu astıran hâkim Salim BAŞOL, “Bugün de olsa aynı kararı uygulardım!” dedikten birkaç gün sonra “ölüm” denilen tadı tatmış oldu, ama bu onun için bir “tat” tan ziyade “acı” olmuştur. Hesabını öbür tarafta veriyordur….

MENDERES; “Tanrı Uludur” dan, “Allah – ü Ekber” e geçişi sağlayan ve bu haliyle çok çabuk bir şekilde göze batan isimdi!.. Meşhur “Al gülüm ver gülüm!” dönemindeki CHP Diktatoryası’nın hazin sonunu hazırlayıp senaryosunu oyuna döken yine o oldu. O, bu diktatoryayı ortadan kaldırmakla kalmamış, aynı zamanda rejim karşısında “Tek Adam” – “Şef” olma yolunu seçen İsmet İNÖNÜ’nün yolunu – her ne kadar birçok müeyyidin, düşünce ve dava adamımız bundan zarar görse de “Mustafa Kemal’i Koruma Kanunu” olarak da bilinen 5886 sayılı kanunu çıkartarak – kesmeye çalışmış, bunlara rağmen yine de “gerici” damgasını yemekten de kurtulamamıştı.

Yine o, Fransız işgalindeki Cezayirli dindaşlarına “hurda” adı altında Kırıkkale Tüfekleri’nigönderterek, silahlanmalarını sağlamış ve bu sayede namerde bir kurşun da kendisi sıktırmaya çalışmıştır. Bilmiyordu ki, Fransız’a sıkılan her bir kurşun; bizdeki sistemci – Batı tandanslı yaltakçıların bağırlarına saplanan bir hançer oluveriyordu. Ya o hançer çıkarılıp yarası tedavi edilecek ya da yaraya neşter vurulmaya devam edilmeyecekti. MENDERES, “yaraya neşter vurma” ya ve mazlum Müslümanlara yardım etmeye ant içmiş ama onun bu andı onu ipten kurtarmaya bile yetmemişti. Tabii ki her muhalif gibi o da hak ettiği (!) cezayı alacaktı, aldı ve Rahmet – i Rahmana kavuştu. Toprağı bol, ruhu şad, mekanı cennet olsun!...

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı