ÖLÜLERİN ARKASINDAN KONUŞMAK
Günay Ertan Akgün
İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı ana giriş kapısının üzeri ile cenazelerin üstüne serilen ya da tabutların üstüne konulan yeşil örtülerde de yazıldığı üzere Yüce Mevlâmız “Her nefis (canlı) ölümü tadacaktır ve sonra da bize döndürüleceksiniz” (Ankebût. 57) diye emretmektedir. Burada bahsedilen canlı; sadece insanları değil aynı zamanda da hayvanlar, bitki – meyve ve sebzeleri de kapsamaktadır. Yani ölüm, sadece insanlara has bir terk ediş – dünya değiştirme değildir.
Ölüm; Allah’ım emri olmakla beraber aynı zamanda da büyük bir ayrılık acısını yaşamaktır. Bu acı ayrılık olmasa ölümün acısıyla yüzleşmez, sıradan bir vakaymış gibi bahseder dururduk. Bu acıya acı katan bir de genç yaşta ölümler, topluma mal olmuş – işleriyle tanınmış / faydalı olan ünlülerin ölümü ve ansızın gitmek gibi tarifi mümkün olmayan duyguları da yaşıyor, haşır neşir oluyoruz.
Geriye dönüp baktığımızda son üç ay içerisinde ölenlerin bile üzüntümüzü tarif etmeye - duygularımızı anlatmaya kelimeler yetmiyor. Şairin “kelimeler kifayetsiz kalıyor” dediği cinsten olanlar boğazımızda düğümlenip kalıyor. Kendi alanlarında farklı başarıları olan Ferdi Tayfur, Edip Akbayram, Filiz Akın, Volkan Konak, Osman Sınav, Deniz Arman, Selim İleri gibi ünlülerin ölümleri gerçekten de toplumumuzun her bir kesimini ayrı bir üzmüştür. “Ateş, düştüğü yeri yakar!” bu apayrı bir şey ancak faydalı olan insanların düşürdüğü ateş daha çok insanı derinden etkilemekte, yakışları da farklı olmaktadır. Ancak;
Her ünlünün ölümünden ya da hayattayken söylediklerinden sonra öldüğünde bu sözler tekrar gündeme getirilip eleştiri konusu, tenkit hatta hakaretlere varan sözler muhataplarına söyleniliyor. Millet ve ümmet olarak “ölülerimizi hayırla (iyilikle) yâd etmemiz (anmamız) gerekir” iken bizler o kadar çok insanlık vasıflarımızı kaybettik ki, iyice şirazeden çıkmış olduk. Tarihin hiçbir evresinde bu kadar da bozulmamıştık!...
Trabzonlu sanatçı Volkan Konak’ın Ramazan Bayramının ikinci gününde (31 Mart) ani bir şekilde kalp krizinden dolayı vefat etmesinden sonra hayattayken– bilhassa öldükten sonra yakılmasını vasiyet etmesi ve din konusundaki - söylemlerindendolayı hakarete uğraması, inancının sorgulanması ve sonrasındaki ifadeler beni üzdüğü için bu yazıyı kaleme alma ihtiyacını duydum. Bunu yapmamdaki amaç; ne Konak ve onun gibi düşünenlerin avukatlığına soyunmak, ne söylediklerine katılmak ve ne de inancını sorgulamak değildir. Bunlar beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor, sadece “insanlık” adına faydalı olan insanların öldükten sonra uğradığı haksızlıklar beni çok derinden üzüyor ve yaralıyor.
Yaratan, yarattığı tüm canlılara rahmet ve merhametiyle muamele eder. Ancak nefisle donatılıp şeytanlaşan insanoğlu, kendi kıt aklı ve cüzi iradesiyle o kadar büyük laflar ediyor, o kadar çok dinden – insanlık çizgisinden çıkan söylemler içerisinde kendini buluyor ki haşa bazen de kendini Yaratan’ın üstünde görüyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu. Sizler, hangi ara bu kadar yüceldiniz de bizim de haberimiz olmamış, yuh size!...
Hayattayken söyledikleri üzerinden eleştiri konusu yapılan insan ya da ünlüler, söyledikleri ve yaptıklarının hesabını ancak ve ancak Allah’a verirler. Bu konuda hiç kimse sorgulama ve cezalandırma mekanizması olmadığı gibi “cennet / cehennem belirleyicisi” de değildir. Kul, hesabını; kendini Yaratan olan Allah’a verir, kuluna değil!...
İnansın ya da inanmasın, kulluk yapsın ya da yapmasın, birileri hoşnut olmayacak diye diline kemik koysun ya da koymasın dini – dili – ırkı – cinsi – teni - inancı ne olursa olsun Allah, yarattığı her kulun rızkını veriyor ve nefesini de kesmiyor, sizler kim oluyorsunuz, yeter da, bir düşün yakamızdan!...
Tekrar ediyorum; “Ölüleri hayırla (iyilikle) yad edin (anın)!” diye emreden bir dinin ümmeti olan bizler, hangi ara bu kadar bozulduk?”. Sıradan insanların tavırlarına alıştık ama dini temsil ettiğine inandığımız / inanmak istediğimiz hoca – vaiz -müftü gibi “din görevlileri” de eğer ki anılmak istenilen ölülere karşı onların diliyle ya da onların yaptıkları gibi davranırlarsa bir farkları kalır mı?!..
Sormak gerekmez mi, öncü – önder olması gerekenler; Mikser gibi “karıştıran” – çamur gibi “bulandıran” vasfında olup sakinleştirmek – yatıştırmak – dinginleştirmek görevini üstlenmezlerse gerçekten de geleceğimizden endişe duymaya başlayalım.
Zor bir süreçten geçtiğimiz ve imtihanımızın da kolay olmayacağı doğrudur. Burada herkes kendi payına büyük bir görev düştüğünü hissetmeli ve sorumluluklarının bilincine göre hareket etmek zorunluluğunu da duymalıdır. Patlamaya hazır bir bomba gibi dolaşanların yoğunlukta olduğu bir toplumda akil insanların daha çok dikkat etmesi gerektiği, maneviyatın yok olmaması için de rol model olması gerekenlerin toplumun duyarlı olduğu konulara kulak asmaması gerektiğini de dikkate alalım.
Son olarak;
10 ve 14 Nisan’da ölüm yıldönümleri olan babam ve kuzenimle birlikte tüm ölmüşlerimize Allah’tan rahmet – mağfiret diliyor, mekanları cennet olsun inşallah!...