BIST9.927,73 %0.37
USD35.357%0,07
EURO36,5246 %0.11
ALTIN3.028,60 %0.07

BÖLGEDEKİ GELİŞMELERİ IRKÇILIK VE TÜRKLÜK ÜZERİNDEN DEĞERLENDİRMEK

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
08 Ocak 2025 09:26

Açılım, umut affı, terör – teröristten arınma, silahların toprağa gömülmesi, terörsüz Türkiye ve bölgenin inşası gibi üst perdeden dillendirilen ve milletimiz tarafından da pür dikkat bir şekilde takip edilen bir sürece girdik, sonuçlarını da büyük bir merakla bekliyoruz. Bu bekleme süreci belki zannedildiği kadar hızlı olmayacak, meyvelerinin toplanması için temkinli – metanetli – sabırlı bir şekilde bekleyeceğiz ancak bu gelecek adına ilerleyen yıllarda huzurlu bir Türkiye ve bölgenin inşası için de hiç şüphesiz ki bugünden zemin hazırlamış olacaktır.

İnsanın kendi ırkıyla övünmesi, millet haline gelip kenetlenmesi ve bunlara kutsiyet affetmesi anormal bir durum değil, olması gerekendir. Ancak baştacı ettiklerinizi başkalarına karşı sopa olarak kullanır, kendinizi onlara karşı üstün görür ve – insanî, İslâmî olmayan – ırkçılığı yapmaya başlarsanız, bu, hem olmaz ve hem de terörize edilmiş – aleyhinize kullanılmış olur, düşman kazanırsınız. Tarihte ve günümüz dünyasında bunun çok sayıda örneğinin olması bir tarafa düşmanca yapılanların nasıl sonuçlar doğurduğunu da her gün görmekte ve bir şey yapamamanın ezikliği içerisinde yaşamaktayız.

Son zamanlarda hem bölgede ve hem de iç politikamızda yaşadıklarımızın özeti kısaca bu olsa da bizleri şaşırtan ve gelecek adına aydınlık yarınları hayal etmemize vesile olan birçok gelişmeyi sevinerek izliyor ve bir adım ötesinden de neleri yaşayacağımızı merak ediyoruz. Bu gerçekten hareket ederek bazılarının kuzeyi bizim de güneyimiz olan bölgede cereyan eden olaylar üzerinden “gelecek” adına bir planlama yapalım;

Türkler, zorda kalmadıkça savaşmayan ancak söz konusu canı – malı – namusu ve bilhassa da vatanı olduğu zaman dünya üzerinde bir canlı bırakmayacak derecede savaşmaktan kaçınmayan / kaçmayacak olan bir millettir. Tarih, “Türklerin kazandığı – kaybettiği savaşlar” la dolu olsa da bunların, adına “Anadolu” denilen coğrafyada nasıl kıstırılıp mahkûm edildiğini, ne tür tuzaklara düşürülerek ellerinden toprakların masa başlarında nasıl alındığını da yazmıştır. İşte bunun içindir ki hep ah çekerek “şuralar bizimdi!” diyor ve kaybedilişlerine üzülüyoruz. Şair Hanefi SÖZTUTAN’ın da dediği gibi;

“Bu sayfalar tanır beni, ha bu kitaplar tanır;

Şanlı tarih dile gelse bütün dünya utanır!

Bu tepeler tanır beni, ha bu ufuklar tanır;

Şarktan güneş doğduğunda gölgem garba uzanır!

Mazlumların gözyaşlarını şefkat ile silmişim,

Vatan, namus, din ve devlet kıymetini bilmişim,

Irzıma göz dikenlerin haklarından gelmişim.”

Evet, tarihe altın harflerle kendimizi yazdırmışız ama savaş meydanlarında kazandıklarımızı masa başlarında kaybede kaybede Türkiye (Trakya ve Anadolu) coğrafyasında sıkıştırılıp bırakıldık. Bu bırakılışı adına Lozan, Sevr, Mondros gibi kendi topraklarımızda bile imzalamaktan imtina ettiğimiz ecnebi memleketlerindeki antlaşmalarla kayıt altına aldık. El oğlu antlaşma, herhangi bir sözleşme dinlemediği halde bizlere “zafer” diye yutturulmuş miadını doldurmuş kâğıt parçalarıyla asrı geçen bir zaman içerisinde oyalandırılıp durduk. Üstüne üstelik kaybettiğimiz – elimizden alınan topraklar bize karşı kullanılan terör kampları haline geldi, getirildi. Yıllardır zafer çanlarını çalıp sarhoş olanlara artık mehterin köslerini dinlettirmek vakti gelmiştir.

Biz Türkler, birçok millete nazaran daha üstün ama faşist / kafa tasçı olmayan bir milletiz. Bir şekilde bizimle muhatap olmak zorunda kalan millet ve devletler geçmişte bunun tatbikatını yapmış, acı ama ibret verici örneklerini yaşamıştır. Şimdi plağı tersine çevirerek güneyimizde masa başından bir şekilde bizden kopartılan - alınan toprakların bize iade edilmesi başta olmak üzere bölgenin yeniden kurgulanması ve asıl sahiplerine iade edilmesinin vakti gelmiştir. Kimse kusura bakmasın, “komşu devletlerin toprağında gözümüz yok!” safsatası geçerliliğini yitirmiş ve miadını da doldurmuştur. Bizim için adeta “reklam arası” diye geçen – bizsiz geçirilen süre içerisinde inim inim inleyen mazlum – mağdur – masumların kan ve gözyaşı haklarının iade edilmesi elzemdir, farzdır.

Irak’ın kuzeyinde yer alan Telafer, Musul, Erbil, Kerkük, Süleymaniye, Dohuk gibi “Türkmeneli Bölgesi” olarak bilinen Türk – Türkmen kentleri ile Suriye’nin kuzeyinde bilhassa “Bayırbucak Türkmenleri” nin yaşadığı kentler Şam, Lazkiye, Halep, Hama, Humus ve Rakka gibi yerler, şanlı ve büyük bir savunma mücadelesinin sergilendiği Medine – Hicaz hattı ve çevresinin artık asıl sahiplerine iade edilmesinin zamanı gelmiştir. Yine söylüyorum, söylemekten de vazgeçmeyeceğim; MASA BAŞINDA BİZDEN ALINAN VE YILLARCA SÖMÜRÜLEN BU TOPRAKLAR, ER YA DA GEÇ BİZE İADE EDİLECEKTİR.

Bizi tanıyanlar “ırkçı” olmadığımızı / olmayacağımızı da iyi bilirler. 20 0cak 2025’de görevi devralacak olan ABD Başkanı Donald TRUMP’ın Kanada’yı “ büyük eyalet” leri olarak görmesi ve başbakan Justin Trudeau’yu da “valimiz” diye hitap etmesi, bunu dillendirmesini sakıncalı bulmayanların bizi de eleştirmeye hakları yoktur.

Evet, soydaşlarımıza – Türkmen kardeşlerimize doğrultulan her bir silahı imha eder, terörün belini de kırar ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın da sık sık vurguladığı gibi “Bir gece ansızın geliriz!”, hani Emevi Camii’nde namaz kılacağız derken bir yerlerinizle gülüyordunuz ya, emin olunuz ki çat kapı gelir, kaçacak delik – girecek tünel – sıçan çukuru da bulamazsınız.

Yaşanılan olumlu gelişmelerden sonra sadece “güvenlik koridoru” inşa etmediğimizi, bölgenin gerçek ve tek hâkim sahibi olduğumuzu herkese bildirmemiz ve bir daha terk etmemek üzere topraklarımıza yerleşmemiz gerekir. Bu kadar it, çakal, tilkinin olduğu bir yer KURTSUZ olmaz, olmayacaktır.

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı