DEVLET VE ADALETE DUYULAN İHTİYAÇ
Günay Ertan Akgün
Dili, dini, cinsiyeti, ırkı, milleti ve sair fizikî – manevî özellikleri ne olursa olsun yaratılmışların en hayırlısı olan insanoğlu; koruyan ve korunmaya ihtiyaç duyan sosyal bir varlıktır. Bu varlıkların bir araya getirip oluşturdukları siyasî kurumun tepesi de “devlet” tir.
Devlet varsa “insan”, insan varsa da “devlet” vardır ve bunlar etle tırnak gibidir. Devlet; Halk – tebaa – topluluk - millet gibi bir araya gelen “sosyal gruplar” dan oluşsa da aslında bu yapı siyasî olmaktan ziyade aynı zamanda da “sosyal” bir varlıktır. Halkı olmayan devlet ne işe yarar?!...
Devletin “devlet olma” konusundaki aslî görevlerinin başında “adil olma” sı gelir. Onurlu, gururlu, kültürlü, medeni, aziz ve asil milletlerin kurdukları devletler hep adil olmuşlardır. Bu devletler, adaleti; hukuk mekanizmalarında (yargı kurumlarında) aramazlar. İçerisinde acıma – merhamet ve hakkaniyet gibi duyguları olan milletlerin kurdukları devletlerin günümüze kadar gelmesinin yegâne sebebi de onların adil olmasından kaynaklanmaktadır.
Devlet kelimesinin adaletten türediğini ve devlet yapısının adalet temeli üzerine oturduğunu sürekli olarak göz ardı ediyor ve adaletsizlikten (son dönem moda tabirle “hukuksuzluktan”) dem vurulduğu zaman kanunların çokluğundan ve yargı kurumlarının etkisinden bahsediyoruz. Adaletten yoksun olan kanunlar; sayfalar dolusu metinler olmaktan ve içeri tıkamaktan başka ne işe yarar ki?!... Gökdelen (rezidans) yüksekliği kadar adliye binası yapsanız; bir mazlumun – masumun – mağdurun gözyaşı kadar değeri olabilir mi, “pardon!” demekle adalet sağlanabilir mi?!...
Adalet, eğitim, ulaşım, sağlık, savunma gibi politikalar; “devletin kurumsal politikaları” haline gelmeli, hükümetler de bu politikalarla ilgili meydana gelen sorunları palyatif çözümlerle geçiştirerek günü kurtarmamalı – sandıklardan başarılı çıkmak olarak da görmemelidir. Bu alanlara yapılacak olan her bir müdahaleden de kaçınılmalıdır.
Örneğin;
Daha fazla oy alabilme uğruna zırt pırt af kanunu çıkartılmamalı, meslek sahiplerinin ihtiyaçtan fazlası kadrolara doldurularak siyasî rantlardan uzaklaşılmalı, kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde yollar yapılmamalı, şehir trafiğini arttıran – keşmekeş içerisine daha fazla sorun yumağı ekleyen tamamen müteahhit ve siyasi yağdanlıkları zengin eden ihaleler açılmamalı – verilmemelidir. Ne zaman ki devleti “kurumsal” hâle getiren “devamlı” - “kalıcı” olması gereken kurumlara hükümet – iktidar ya da son zamanlardaki haliyle ittifaklar müdahale etmeye başladıysa işte o zaman devletin çivisi yerinden çıkmış ve hiçbir güç de bu çiviyi yerine çakamamıştır, çakmıyor ve çakma konusunda da bir sorumluluk almıyor, günü kurtarmadan da öteye gitmiyor. “Bana ne!” – “neme lazım!” gibi duygu ve düşüncelerle devlet yönetilmez, yönetilemez!...
İslam gibi bir dinî inanca sahip olup Müslüman kimliği içerisine bürünen ve her defasında Hz. Ömer’in adaletinden bahsedip gurur duyan - kendini de bu çerçeve içerisinde sokmaya çalışıp adil gören, acıma – merhamet ve adil olma duygularıyla meşhur olan Türklerin kurduğu “son kale” Türkiye Cumhuriyet Devleti’nde adaletsizliğin konuşulması, fazla olan kanunların işe yaramadığının üst perdeden bile dile getirilmesi, masum – mazlum – mağdur sayılarının güç geçtikçe artıyor olması adaletsizliğin vardığı boyutu göstermesi bakımından oldukça önemlidir.
Devleti oluşturan halk ve milletler eğer ki adalete – kurumlara olan güvenleri sarsılmış ve ortadan kaybolmuşsa o zaman bina temelden sarsılmış demektir. Sakat bir temel üzerine inşa edilecek bir yapı da ufak bir sarsıntıda yerle bir olur.
“En kötü devlet, devletsizlikten iyidir!” deyip; devletimizi küçümsememek, Filistin - Suriye – Irak – İran - Libya gibi yerlerde yaşayanların durumuna düşmemek ve en kötüsü de devletsiz kalmamak ve adalet duygusu içerisinde huzurlu – sakin – mutlu yarınları inşa edebilmek adına adalet duygusu veolgusundan taviz vermemeli, her ne şart altında olursa olsun adil olmaya devam etmeliyiz.