NEDEN YAZIYORUM?
Günay Ertan Akgün
Kendimi bildim bileli 40 yıldır takvim yaprağı, gazete – dergi – kitap okur ve 35 yıldır da araştırma yapar, değişik türlerde yazı yazarım. Bu uğurda; yeri geldi çok eleştirildim, yeri geldi asılsız mesnetsiz yafta ve yakıştırmalarla suçlandım ama bunların hiçbiri beni yolumdan alıkoymadı, doğru bildiğim işleri yapmaktan da imtina ettirmedi.
Yazdığımız yazılardaki cümle – paragraf ve yazının toplam uzunluğundan mustarip olup telefon ekranından okumada şikayetçi olanlar elbette ki kendilerince haklı olabilirler. Ancak biz “hür fikrin kalesi” olarak kabul edilen dergilerde yetiştiğimiz ve buralarda gözlerimizi açtığımız için elbette ki yazarlığımız da bunun gibi olur, olacaktır. Eskilerin deyimiyle; “At, sahibine göre kişner!”. Bizler kimse kusurumuza bakmasın ama “internete düşmüş” fenomenler gibi değiliz, ne kadar isterseniz isteyin böyle de olmayız, olamayız. “Bir kişiye faydalı olmak” adına ulaşabildiğimiz kim varsa o, bizim için “artı bir" değerdir ve onun da artılara “artı” katmasını bekleriz.
03 – 04 Eylül 2024 tarihlerinde iki günlük bir ziyaret için Ankara’ya gitmiştim. Burada tanışmış olduğum bir büyüğümüz, yayınlanmış üç adet kitabımı imzalayıp verdikten ve birkaç yazımı okuduktan sonra “Evladım, yazma, neden yazıyorsun? Bir gün seni de diğerleri gibi öldürürler, en fazla bir köprü ya da üst geçide, cadde ve sokaklara ismini verirler ve günün sonunda da unutulup gidersin” dedi ve sonunda da şunu ekledi;
“- Adnan Kahveci, Uğur Mumcu, Gaffar Okkan, Ahmet Taner Kışlalı, Recep Yazıcıoğlu, Bahriye Uçok, Necip Hablemitoğulları, Bahtiyar Aydın ve bunlar gibilerin sonları ne oldu, şu anda hiç kimse onların esamesini okumuyor, sen de bunlardan biri olursun.”
Cevaben ben de;
“ – Hiçbir kuvvet veya güç beni yazmaktan alıkoyamaz, geri çeviremez!” dedim.
O da sonrasında;
“ – O zaman illa yazmak zorundaysan yazılarını biraz daha yumuşak ve tatlı sert üslupla yaz ki birilerinin dikkati seni çekmesin ve kötüler (!) – ölüler hanesinde ismin yazılmasın.”
Huylu huyundan vazgeçer mi, ben yine bildiğim doğrultuda ve doğru bildiğim yolda yazmaya devam edeceğim, ta ki elim kalem tuttuğu ve bedenim son nefesini teslim ettiği ana kadar…
Belki okur kitlemiz az, sosyal medya tabiriyle takip edenimiz hiç olmayabilir ancak bir kişi dahi okuyup takip eder ve bunu da birilerine iletir faydamız dokunursa, işte o zaman dünyanın en mutlu insanı ben olurum. Hani hep anlatırlar ya;
Profesörün biri konferans vermeye gider, salonda tek bir kişi var. Hoca anlatmaya başlar, o tek kişi de bir müddet dinler ve dayanamayıp hocaya;
“- Hocam, isterseniz anlatmayın, sadece ben varım!”
Hoca da;
“ – Bir kişi de olsa bin kişi de olsa ben anlatacağım. Sen anladıklarını gider başkasına anlatırsın. Böylelikle ikimizin de faydası dokunmuş olur.”
İşte, Rahmetli ERBAKAN Hoca’nın “Bir çiçekle bahar olmaz ama her bahar bir çiçekle başlar!” sözünü düstur edinerek her bir yazımızı baharın başlangıcı olarak gördüğümüz için yazıyoruz, yazmaya da devam edeceğiz.
Yazmak, benim için; tutku, mutluluk veren bir eylem, yeni şeylerin keşfedilmesi ve maşukun aşığına kavuşmasıdır. Evet, yazmak; güzeldir hele hele okuyucusu da faydalanıp bunları yayabiliyorsa daha da güzel olur. Yazmak, yazarını monotonluktan kurtarıp aksiyoner eder. Okumak da kişiyi; kütük ve odun olmaktan kurtarıp kereste eder.
Öyleyse;
Odun – kütük olmamak adına bol bol okuyalım ve her bir kitabı – yazıyı da alınacak bir nefes gibi görelim.