"KILIÇ ÇEKEN TEĞMENLER" VE ORDUMUZUN GELECEĞİ
Günay Ertan Akgün
Devletler, güvenlik ve savunmalarını “silahlı kuvvetler” i sayesinde yerine getirir ve “ordu” dediğimiz kurumla ayakta durup güçlü hâle gelirler. Ordular; içte göz doldururken dışta ise düşmana korku saldığı gibi dostların da güvenini kazanır. İşin gerçekliğine baktığımız zaman, devletler; ordularıyla “Güçlü devlet” olurlar.
Türk milletinin varlığını bu günlere kadar getirmesinin yegâne sebebi güçlü bir askerlik bağına sahip olması ve ordusuna da gözbebeği gibi bakmasıdır. Bunun içindir ki ordumuzu peygamber ocağı gibi gören aziz milletimiz bu güzide kurumumuza “Mehmetçik Ocağı” demiş ve kutsiyet atfederek onu – bir şekilde ve becerebildiği kadarıyla - her şeyin dışına tutmaya çalışmıştır.
Her kurumun kendine has konsept, uygulama, iç tüzük, yönetmelik veyahut teamülleri olsa da askeriyenin de kendine göre hiyerarşisi vardır, kendi iç dinamiklerini korumak için de bu böyle olmak zorundadır. Dinamizmini yitiren bir ordu, ilk savunma ya da savaşta peşinen yenilmiş olur.
Askerî hiyerarşiyi sivil yönetimin içerisine dahil ederseniz, ortaya çıkacak olan tablodan; ne asker ve ne de sivil kesim memnun olmaz, tarih boyunca da bu böyle olmuştur. Osmanlı’nın “Yeniçeri İsyanları” nı, 100 yıllık cumhuriyet tarihimizde - askerî ihtilal, darbe ve darbe girişimlerinin bir sonucu olarak - neredeyse her 20 – 25 yılda bir anayasa değişikliğinin yapılmasını ve iktidarların da alaşağı edilmelerini ne çabuk da unuttuk, unutuyoruz!...
Her kurum – teşkilât - kesim ya da erkler; kendi sorumluluk çerçevesi içerisinde kalmalı, yasa – yönetmelik ve bağlı oldukları bir üst amirlik (ita amirliği ya da bakanlıklar) neyi emrediyorsa buralara ona göre yön ve şekil verilmelidir. Bu kural; Askerlik kurumu ya da nam – ı diğer ordumuz için de aynen geçerlidir, böyle olmak zorundadır.
T.C. Devleti’ni “devamlılık esası” yla yönetmekle yükümlü olan unsurlar (kurumlar), ne zaman ki askeriyenin dinamikleriyle oynamaya ve asker de adına “sivil idare” dediğimiz siyasi cenaha karışmaya niyetlendi işte o zaman taşlar yerinden oynadı, kimse kimseyi takmadı – dinlemedi ve otorite boşlukları oluştu.
İşler ters gittiğinde (!) her iktidar döneminde şahit olduğumuz “iktidar – ordu kavgası” ya da “genç teğmenler rahatsız” manşetlerinin aba altından gösterilen sopalar gibi kullanılmaya çalışılmasının ardında aslında orduyla devletin diğer kurumlarının arasını açmak ve alışılagelen darbelerden medet ummaktır. Bu; bir vesayet etkisi, darbe ve şakşakçılık zihniyetinin eseri – mantığı ya da mantalitesi olsa da bir yerlerden medet umularak devlet ve ülke içerisinin karıştırılması ancak düşman ekmeğine yağ sürer ve içerdeki işbirlikçilerini de daha fazla şakşakçı hâle getirir.
Harp okullarının yemin törenleri öncesi ve sonrasında, YAŞ (Yüksek Askerî Şura) da alınan kararlarla yapılan terfi ve atamalarda – sanki mecburmuşuz gibi - sürekli olarak bir “tiyatro” izliyoruz. “Hiyerarşiye uyulmadı”, “emir – komuta devre dışı bırakıldı”, “teamüller yok sayıldı” ve buna benzer ne kadar serzeniş ve şikayetler varsa bunlar bir şekilde geçiştirilerek gündem değiştirilmeye çalışıldı. Bu sığ ve anlamsız tartışmalar; ne gözbebeğimiz orduya ve ne de tartışmaları gündemde tutmaya çalışan vesayet odaklarına bir şey kazandırmaz, geçmişte de kazandırmadı, boşu boşuna – beyhude bir çaba olmaktan da ileri gitmedi. Bu yıl seyrettiğimiz ve hiçbir şekilde tasvip etmediğimiz tiyatro da bu mantığın bir sonucu olsa da bunun “rutin” haline getirilmesi; gözbebeğimize toz kaçmasına değil çöp sokmasına vesile olacaktır, yapmayın bunu!...
100 yıllık cumhuriyet tarihimiz boyunca ilk kez üç kızımızın kara – hava ve deniz harp okullarını “birincilik” le bitirmesinin sevincini tam olarak yaşayamazken “kılıç çeken teğmenler” in mezuniyet töreni sonrasında kara harp okulundaki görüntülerini tasvip etmemiz, onaylamamız mümkün değildi. Tören sonrasında okudukları metin ve “Atatürk’ün askerleriyiz!” sloganına kimse bir şey demez, demiyor. Ancak askerliğin temelini oluşturan “disiplin” ortadan kalkıyor ve disiplinsizlik – emre itaatsizlik tavan yapıyor, birileri sayıca az olsa bile başkaldırıyorsa; o zaman o ordunun varlığı ve geleceği tartışılır hâle gelir, gelecektir.
Atatürk’ün “Ordumuz; Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir” sözüyle birlikte şu veciz sözünü de hatırlatalım; “Ordular, disiplin olmadan sevk edilemez.” Barış – sükûnet ve huzur zamanında emre itaatsizlik, disiplinsizlik gösteren bir asker; savaş anında komutanının kararlarını tartışılır ve belki de kurmay heyetine kafa tutar – manşetlerin diliyle “rahatsız” – hâle gelirse bunun sorumlusu kim ya da kimler olacaktır.
Orduya ve askerlik vazifesini “vatanî bir görev” olarak bilip yerine getirmedeki bağlılığıyla tanınan - bilinen aziz milletimizin gözbebeğini nahoş olayların içerisine çekmek, kimseye fayda sağlamaz ve böyle bir davranış da peygamber ocağını sıradan bir kurum haline getirir, getirecektir. Üç beş kişiye “disiplinsizlik – emre itaatsizlik” ten dolayı ceza verilecek (ihraç edilmelerine karşıyım, “uyarı” veya rütbe – terfi geciktirilmesi gibi cezalar da verilebilir) diye orduyu gündelik tartışma ve politikaların içerisine çekmek kimseye fayda sağlamaz, bu “kutsal kapı” dan onlara ekmek çıkmaz, boşuna uğraşmayın – debelenip de durmayın!...
Hatırlayın, gezi kalkışmasında; “Mevzu ağaç değil, anlasana kanka!” diyen bir güruh vardı. Bu disiplinsiz teğmenler de bu mantığın temsilcilerinin destekleyip sahaya sürdüğü ya da ordu içerisine soktukları uzantıları olmasın, sakın, sakın, sakın!...