BIST8.908,47%0,40
USD34.2819%0.10
EURO37,0798%-0.21
ALTIN3.029,35%0.58

AHLAKSIZLIĞA MERMİ NE YAPSIN?

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
26 Ekim 2024 10:23

Türkiye Cumhuriyeti Devleti; sadece 100 yıllık geçmişe sahip bir devlet değil, aynı zamanda da 2000 yılı aşan bir kültürün, bağlılığın, davanın da var olma mücadelesinin devamıdır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve bundan önce kurulup yıkılan devletlerin varlığını - kadim geleneğini adına “devlet adamı” dediğimiz memur ve bunların kat kat üstünde olan aksakallı – ak saçlı zümre sürdürmüştür.

Son 15 - 20 gündür ülke gündemini, hukuk ve sağlık sektörünü meşgul eden yiğit – cesur bir cumhuriyet savcısı çıktı, devlet memurluğundan ziyade “devlet adamı” olduğunu korkusuzca haykırdı. İşte bu savcı da göstermiş oluyor ki, devletin adamı olanlar; kadim devlet geleneğinin de hem bir parçası ve hem de yıkılmaz olan devlet yapısının en büyük göstergesi olmuşlardır. Yiğit - cesur savcının ortaya koyduğu hareket, bir kez daha “biz daha ölmedik!” – “bir ölür, bin diriliriz!” inancını ortaya koymuştur.

Bolu’daki evin güzergâhına varıncaya kadar takip eden – ettiren çeteye karşı “16 mermim var, hepinize yeter!” diyerek yılmayacağını, korkmayacağını, kuru tehditlere de pabuç bırakmayacağını dillendiren savcımız ve bunun gibi cesur yüreklilerin de hem önünü açmış ve hem de bu devletin “yol geçen hanı” olmadığını da göstermiş oldu.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle birlikte en fazla eleştirilen konulardan biri de “dışarıdan yani milletvekili ya da siyasi olmayan biri ya da birilerinin bakan yapılmış olması” ydı. Bu da yetmiyormuş gibi Millî Eğitim Bakanlığı’na özel okul sahibinin, Turizm Bakanlığı’na otel sahibinin, Sağlık Bakanlığı’na da özel hastane sahibi birinin “bakan” yapılması da çok tartışıldı, eleştirildi ve hatta bir adım ötesinde yanlış bulundu. “Damdan düşenin halinden damdan düşen bilir!” misali düşünce belki doğruydu ama uygulamalardaki yanlışlıklar, denetim mekanizmasının çalıştırılamama endişesi gibi duygu ve tespitler bu tercihin topyekûn bir şekilde yanlış olduğunu ortaya koydu ve ne yazık ki bu da tecrübe edilmiş oldu.

Halktan gelen şu seslere kulak vermek gerekmez mi;

Özel hastanesi olan birini sağlık bakanı yaparsanız onun hastanelerini nasıl denetleteceksiniz, kolejleri – okulları olan birini Millî eğitim bakanı yaparsanız onun okullarını nasıl denetleteceksiniz, turistik otelleri olan birini de turizm bakanı yaparsanız onun da otellerini nasıl denetleteceksiniz ve bunlarla ilgili ihale – satın alma ve müşterilere pazarlama gibi konular karşınıza çıktığı zaman ne yapacaksınız, tercih kriterleriniz ne olacak, bu ve buna benzer bir dizi soru ve eleştirilere hep kulak asıldı ve günün sonunda da sırf günlük 8 bin TL için bebekler öldürüldü ya da bunlar üzerinden başta SGK olmak üzere devletin kurumları dolandırıldı, kasası boşaltıldı.

Her alanda karşımıza çıkan ve ne hikmetse de bir türlü düzeltilemeyen “ahlâkî erozyon” – “yozlaşma” artık her sektörün, her resmî ve özel kurumun içerisine girdi. Boşu boşuna eskiye özlem duyulmasın. Çünkü; ne eski insanlardan ve ne de o güzel ahlâktan hiçbir şey ya da iz kalmadı. Kıvılcımı – kırıntısı kalsa bizler de oradan yeniden canlandırma yapsak, tohumundan başak çıkartabilsek, böyle bir şey gerçekten de mümkün müdür? Acaba savcı beyin de ifade ettiği gibi bırakın 16 mermiyi sandıklar dolusu cephane ahlâksızlığı düzeltebilir mi, devleti – milleti tehdit eden her bir ahlâksıza mermi sıkılsa ya da üst perdeden de dillendirilen “idam geri gelse” de bu ülkenin başta ahlâk sorunu olmak üzere tüm sorunları düzelir – suçlar ortadan kalkar mı, toplumumuz özlediği – beklediği huzur ve sükûna kavuşur mu?!..

Edebimiz, terbiyemiz, gelenek ve göreneğimizde büyük bir yeri olan, hüsn – ü kabul gören “nush (nasihat) ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir!” düsturundan yola çıkarak devlet artık eline maşayı almalı, aba altından değil göstere göstere sopayı da vurmalıdır, ki o zaman devlet “baş” olduğunu gösterebilsin!...

Yazımıza savcı Yavuz ENGİN’le başladık, onun sözleriyle bitirelim,

“Kurt kapanına girerek kucağımıza düşen şahıslar, Türk adaletinin elindedir. 2400 yıllık Türk devlet geleneğine kafa tutanlar, pişman olacaklar ve bizimle hiç tanışmamış olmayı dileyeceklerdir.”

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı