BIST9.132,30%0,97
USD34.2307%-0.07
EURO37,4713%-0.49
ALTIN2.872,35%-0.50

MARKALAŞMA, BOYKOT VE PROTESTO  

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
08 Ekim 2024 10:22

Devletler; Kurumlarıyla “devlet” olduğu gibi aynı zamanda da güçlü ekonomik yapıları, kendi para biriminin uluslararası piyasalardaki dönüşümü – kabulü – değeri ve sürdürülebilirliğiyle de “devlet” olur. Bu; hem iktisat – ekonomi biliminin altın kuralı olduğu gibi hem de uluslararası pazar ve borsa piyasalarında dönüşümü olan - aynı zamanda da rağbet gören para biriminiz varsa siz gerçekten de “devlet” olmuşsunuz demektir. Böyle devletler için reklamlara ihtiyaç duyulmayacağı gibi gereksinim de yoktur.

Ticaret ve onu oluşturan değişik iş kollarında bir türlü başarı gösteremeyen ülke ekonomimiz, hep birilerinin alt yüklenicisi – taşeronu ya da kabaca bir ifadeyle hamalı olmuştur. Ağır sanayiye hizmet etmek ve tedarikçisi olmak gibi faaliyetlerin dışında dünyanın dört bir tarafına ucuz iş gücü (daha çok bedensel çalışan işçi), kalifiye eleman ne varsa hepsini göndermeyi ve onlar üzerinden gelecek olan dövizi elde etmeyi marifet – meziyet zannettik, bunlarla da gurur duyduk!...

Kendi işgücü, yapabilme kapasitesi – potansiyeli ve başarabilme gerçeğini hafife alıp bunu görmezden gelenler, başkaları ve onların temsil ettiği markalarının hamallığını yaparlar. Türkiye, yıllarca bu hamallığı yaparak bunun altında ezilmiş ve bir türlü kendi gerçekliğiyle yüzleşememiştir.

Hor ve hakir görme, üstten bakma, beğenmeme ve burun kıvırma gibi kötü hasletler bizi hep gerilere doğru itmiş ve bunlar yüzünden de ne kendi içimizde ve ne de uluslararası ticarette (bilhassa dolaşım ürünlerinde) bir markamız olamamıştır. Yabancı markaların ülkemizdeki yatırımları (bilhassa montaj teknolojileri) ya da yerli olup millî olamayan firmaların üretimlerini hep “marka” zannettik. Onlar, bir taraftan kendi ceplerini doldurmakla meşgul iken diğer bir taraftan da zoru gördü gördükleri ya da muktedir (!) olamayan iktidarlarla yüzleştiklerinde tası tarağı toplayıp arkalarına bakmadan kaçmayı yeğliyorlar. Bu da bizim, sürekliliği olan bir markamızın oluşturulamamasına sebebiyet verdi. Bu acı tablo yıllarca içimizi kemirmiş ve kanayan yaramız olmuştur.

Kendi heves – istek - imkan ve kabiliyetleriyle ayakta durmaya, pazarlama /satış ilke ve kurallarıyla uluslararası pazarlarda kendilerine yer edinmeye ve bu yolla ülkemize döviz kazandırmaya çalışanların karşısına; ya bürokrasi hazretleri, ya yüksek kur karşısında ezilme veyahut da tatsız rekabet kuralları çıkıyor, dünya çapınca “marka” olan balinaların ağızlarında yem oluyorlar. Hani bir sözümüz vardı ya; “Büyük balık, küçük balığı her zaman yer!”.

Yabancı sermayeye; bel bağlamakla, onlara el - avuç açmakla, yollarına kırmızı halı döşemekle kalkınamaz, yükselemezseniz. Yabancı sermaye; ülkelerdeki istikrarlı ortamları sever, puslu hava ve riskli ortamlardan hoşlanmazlar, onların defterlerinde “kaybetmek” değil hep “kazanmak” yazar. Hele hele dövize ihtiyacı olan Türkiye gibi kendi markasını oluşturamamış ülkelerde de tüm krizleri kendi lehlerine çevirir, fırsata dönüştürürler. Bizler, artık bu kabuğu kırmalı ve kendi markalarımızı dünya pazarlarında kalıcı hâle getirmeliyiz, vakit çok geç olmadan!...

Dönelim plağın diğer tarafına, görünmeyen yüzüne;

Biz zoru gördüğümüz zaman ya boykot veyahut da protesto silahına sarılır ona müracaat eder ve bunlardan da medet umarız. Şöyle yaklaşık bir 30 yıl kadar öncesine dönelim, hatırlayın; Suriye’deki terör kamplarından teröristbaşını almak için Suriye’ye bayağı bir baskı yapmış, gerekirse tüm kampları yerle bir edeceğimizi – savaşacağımızı da ifade etmiştik. Baskılara dayanamayan baba ESED REJİMİ, APO’yu topraklarından çıkartmış, İtalya’ya kaçmasına müsaade etmişti. Biz de bu duruma sinirlenerek ülkemizde satılan İtalya ürünlerini yıkmaya – kırmaya – dökmeye başladık. Bununla birlikte tepkimizi ortaya koyduğumuzu, protesto ve boykot ettiğimizi zannederken İtalya da kendi bildiğini okudu ve APO’yu bize iade etmedi. Biz işi o kadar ileri götürdük ki zamanın İtalya başbakanına – adından da yola çıkarak – “dallama” diye hitap ederek dalga bile geçmiştik. Ne oldu, ne kadar başarılı olabildik ya da şöyle diyelim; İtalya’yı dize getirebildik mi?!..

1990’lı yılların sonu ve 2000’li yılların başında PKK’ya verdiği desteği üst perdeden dillendiren ve bununla da kalmayıp Güneydoğu Anadolu bölgemizi “Kürdistan” haritası içerisine gösterecek kadar küstahlaşan ve aynı zamanda da ülkemiz de inşaat sektöründe faaliyet gösteren bir Fransız şirketine gösterdiğimiz tepkiyle zamanın Fransız cumhurbaşkanına karşı ne kadar etkili olabildik, Fransa’yı yolundan döndürebildik mi, OYAK’la içli dışlı olan Fransız şirketlerine bir şey yapabildik mi, içimizdeki Fransızlara karşı dik duruşumuzu ne kadar sürdürebildik, hem söz konusu şirketle ve hem de diğer Fransız menşeli şirketlere ne tür yaptırımlar uygulayabildik? Adından bahsetmeyi zül saydığımız şirket arkasına bakmadan bile ülkemizi terk etti ama bazıları bu durumdan dolayı neredeyse ağlayacaktı.

Geçmişle ilgili olarak bu tür örnekleri daha da sıralayabilmemiz mümkündür. Gelgelelim günümüze;

İsrail zulmüne karşı dik durmak ve işgal edilen toprakları geri almak amacıyla 07 Ekim 2023 tarihinde HAMAS’ın askerî kanadını oluşturan İzzeddin El Kassam Tugayları tarafından “Aksa Tufanı” harekâtı başlatılmış ve sonrasında da dünya eşi benzeri görülmemiş bir katliama – insanlık adına ortaya konulan acı bir trajediye seyirci olmuştu. Bu gün birinci yılını dolduran ve dünyanın sus pus olup sessiz bir şekilde izlediği bu katliam, aynı zamanda da “zulme karşı direniş” in nasıl sergileneceği ve vatanın nasıl savunulacağını da ortaya koymuştur. Dünyadaki anlı şanlı hümanistler (!), Gazze’nin yerle bir olup yok oluşunu seyretse de elbette ki bir gün onların tarih önünde hesap vereceklerini bizler de seyretmiş olacağız, yakındır!...

Evet, dökülen Müslüman kanı olunca dünya da seyreder, huylarıdır. Bizim elimizden de ancak – yukarıda da örneklerini vermeye çalıştığımız gibi – boykot ve protesto etmek geliyor. Bizler, Yahudilerin ellerindeki en büyük kozları olan “para” silahlarını alınca başarılı olacağımızı ve onları durduracağımızı zannediyoruz. Bu; beyhude bir çaba olmaktan da ileri gitmezdi, zaten öyle de oldu. İsrail ve vampir Netanyahu’yu durdurabildik ya da başarılı olabildik mi? Zalim, zulmünden başka bir şey anlamaz, ona anladığı dilden cevap vermek gerekiyor.

Para, parayı sevenler için anlam ifade eder. Para, devletler için “ekonomik gösterge” den başka bir şey değildir, olması gereken de budur. Ancak İsrail gibi saçma sapan idealin peşine koşan, zulmüyle ayakta durmaya çalışan devletler için de “para” sadece başarıya ulaştıran önemli bir meta olarak görülür, görülmüştür.

İsrail; kendi devlet sermayesiyle değil, onu besleyen Yahudi marka – firma ve lobiler üzerinden bugüne kadar ayakta durmayı başardı. Sadece bu silahı elinden aldığımız zaman onu yerle yeksan edeceğimizi düşünmeyelim, o kadar çok protesto ettik, marka – ürün ve hizmetlerini satın almadık, dize getirecektik öyle mi? Oldu mu, başarılı olabildik mi? Boşuna uğraşmayalım, biri gelir biri gider ama siyasî – askerî tedbirler olmasa ticarî olarak boykot ve protestolar da bir işe yaramaz, yaramayacaktır. Hem savunmasını ve hem de ekonomisini yerle bir etmezseniz ya da düşmanınızı kendi silahıyla vurmazsanız, yaptığınız iş hiçbir şeye yaramayacaktır. Yaradı mı peki; marketlere gidip bakın gözlerinizle görün en çok hangi ürünler tercih ediliyor, Yahudi marka ve onları destekleyen fast food zincirlerine – kafe / kafeteryaların doluluklarına bakıp görün boş mu dolu mu diye, o zaman ne demek istediğimizi daha iyi anlamış olacaksınız!..

Ne diyelim;

“Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın,

Kim bilir, belki yarın belki yarından da yakın.”

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı