BIST9.109,34%2,37
USD34.2575%0.39
EURO37,6145%-0.46
ALTIN2.921,56%0.19

DÜŞMANLARINI GÖZLERİNDE BÜYÜTENLER  

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
05 Ekim 2024 10:19

Hani büyüklerimiz sürekli derler; “gördüğün düşmandan değil, görmediğin düşmandan kork!” diye. Sokak ağzıyla konuşmak gerekirse “Eskiden düşmanlığın da bir raconu vardı!”. Biraz daha ileri giderek söyleyelim; “Dostun namert olacağına, düşmanın mert olsun!”, böylesi daha makbuldür!...

Biz Türkler; savaşmakla nam salan bir millet olduğumuz kadar aynı zamanda da bir taraftan mertliğimizle övünürken diğer bir taraftan da mazlum ve mağdurlara el – ev açan bir millet olmakla da nam salmışız. Son yüzyıl içerisinde ülkemize gelen göçmen ve mültecilerin sayısı, menşei ve bölgesinin fazla olmasının ardında da bahsetmiş olduğumuz tarihî gerçek yatmaktadır. “Herkesin geleceği bir Türkiye var ama bizim gideceğimiz bir Türkiye yok!” gerçeğini de bile bile yaşıyoruz.

Rusya – Ukrayna savaşı yüzünden kuzeyimiz kaynıyor, adına “Avrupa” dediğimiz Batı’daki medeniyet müsveddeleri Balkanlar’ı sürekli teyakkuz halinde tutuyor – patlamaya hazır bir bomba gibi tehdit unsuru olarak kullanıyor, yaklaşık bir asırdır Filistin zulüm altında – bir bir kuyularını kazan Arap devletçikleri sayesinde de Ortadoğu’daki yangınlar hiç sönmedi – bilinçli bir şekilde de söndürülemiyor, insanlık da bir taraftan büyük bir sınavdan geçiyor ama sınıfı geçip bir üst tur olan “insanlık” a yükselemiyor.

Dünyada bir trajedi çevriliyor ama bu her ne hikmetse; ya kendi bölgemizde veyahut da Türkiye ve etrafında oluyor. Bir ya da birden fazla etrafınızda cereyan eden olaylar varsa bunun “nihaî hedef” inin kendiniz (Türkiye) olduğunu anlamamanız için ya kör ya da art niyetli olmanız gerekir. Yani bu kadarda mı basiretiniz bağlandı, hamaset ve feraset duygularınız kaybolup gitti, yazıklar olsun!...

Dün (4 Ekim’de) Adana’daki Teknofest’te konuşan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN; “İsrail’in bir sonraki hedefi Türkiye’dir!” dedi. Peki yıllar önce rahmetli Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN Hoca bu tehlikeye dikkat çekerken birileri bir yerleriyle gülüyor ve geçiştiriyordu. Ne oldu ya da ne değişti?!..

Hadi bir hatırlayalım, ne demişti ERBAKAN hoca; “Irak, Suriye, Filistin, Lübnan giderse biliniz ki bir sonraki hedef Türkiye’dir!” Haklı çıktı mı şimdi? Hani eski bir papazın sözü vardı ya; “Susma, sustukça sıra sana gelecek!” diye, şimdi de papaza mı hak verdiniz mi? Hoca - sözüm ona o zaten irticacıydı (!) değil mi - sizi kesmez ama bir de papaza hak verirsiniz. Bilmiyorlar ki doğru söyleyeni dokuz köyden kovsalar da doğrular hep ifade edilecek, yeni köyler aranılacaktır. Bizler doğruları dile getirmek için mutlak bir şekilde haykırmaya – bağırmaya devam edeceğiz.

Yakın bir zamandır yaşanılanlar – pardon seyredilenlerden - dolayı Ortadoğu; kaynayan değil artık gümleyen kazan haline geldi. Bizler, buralarla ilgili ne kadar sesimizi çıkarsak da Arap aşiretleri pardon kendini “devlet” zanneden Araplar, hiç sesini çıkartmıyor veyahut da “işbirlikçi” gibi davranıp devekuşu misali başlarını kumlara değil Arap çöllerine gömüyorlar.

Arapların ses çıkartabilmeleri için; Aralarında mezhepsel – ırksal - aşiretsel ayrılıkların olması mı veya Filistin topraklarında petrol bulunmaması mı, soruyorum sizlere; “Sizler için hangisi önemli” ya da “önceliğiniz hangisi?!”, derdiniz ne, neyi pay edemiyorsunuz?!..

“Öcü görmüş” gibi İsrail’le uğraşmak istemeyen Araplar, kendini Müslüman zanneden ve bizim coğrafyamız dışımızda kalanlar, acaba sizler sesinizi ne zaman çıkartacaksınız ya da ses çıkartmayı düşünüyor musunuz? Ortadoğu’nun en büyük çıbanbaşı olan ve İslam coğrafyasının tam böğrüne hançer gibi saplanan İran; İsrail’le karşılıklı didişmenin görüntüsünü verse de hem kalbinden vuruldu, hem desteklediği (!) Hamas ve Hizbullah’ın liderleri öldürüldü, hem evindeki misafirini bile korumaktan aciz olup onu öldürttü ve hem de kendi cumhurbaşkanı bile öldürülürken gıkını çıkartamadı.

İsrail tam bir çıban başı iken İran’ın da ondan aşağı kalır bir yanı yok. Bir tarafta Siyonist zalimler ve diğer bir tarafta da ne olduğu belli olmayan Müslüman görünümlü İran mollaları arasında sıkışıp kalan Ortadoğu, gerçekten de Müslümanlar için bir “imtihan dünyası” olduğu gibi aynı zamanda da insanî, İslami ve vicdanî olarak bir sorgulama merkezi haline geldi.

Son yüzyıl içinde milyonlarca ve bilhassa da bir yıl içerisinde on binlerce çocuk – kadın – masum ölürken bunların ahı sorulmayacak mı, Allah bunun hesabını sormayıp onların yanına bırakır mı?!.. İnsan ve Müslüman olarak ne zaman toparlanacağız, ne zaman Müslüman kanının akıtılmasına bir “dur!” diyeceğiz, “Beyrut’ta birkaç Hıristiyan ve İsrail’de de üç beş Yahudi öldü!” diye “orantılı güç” ten bahseden Batı vampirleri, Filistin’deki orantısızlık – pardon zulüm – hiç mi aklınıza gelmez?!... Bir “leş” ten ibaret eden Birleşmiş Milletler, sizler ne işe yararsınız?!..

Osmanlı bir şekilde Ortadoğu coğrafyasından uzaklaştırıldıktan sonra bir türlü kendine gelemeyen, kan – barut – gözyaşı eksik olmayan bu coğrafyaya yeniden bir fetih hamlesi mi yapmamız mı, yeniden nal sesleri – kılıç şakırtılarını mı hissettirmemiz mi gerekiyor?!.. Biz; Filistin’e benzemeyiz, Suriye – Lübnan – Libya – Irak ve hele Arabistan’a hiç benzemeyiz. Biz; kendi molla sınıflarına dokunulmasın diye cumhurbaşkanı – bakan – istihbarat başkanı ve birçok komutanlarının ölümüne bile ses çıkartamayan sözüm ona devrimci (!) İran’a ise hiç benzemeyiz. Bizim köklerimiz – gövdemiz – dal ve budaklarımız sağlamdır, sapa sağlamdır. Bize dokunmak isteyen varsa buyursun dokunsun. Ancak bu da tedbir almamamızı gerektiren bir hususta değildir.

Tedbir ve temkini elden bırakmadan geleceğe emin adımlarla ilerlemek istiyor ve İsrail gibi bir çıban başı ile İran gibi bir hançerin namertliğiyle yüzleşmek istemiyorsak; büyüklüğümüzü unutmamalı, dost gözüken düşmanları gözümüzde büyütmemeli ve “bölgesinde barışın teminatı olan ülke” konumumuzu hissettirmeliyiz. Aksi takdirde bizden medet uman – beklenti içerisine giren vicdanların sesi olamayız, bize güvenen – teminat olarak gören devlet ve milletlerin hamisi olarak kalamayız ve işin enteresanı da onların geleceği bir Türkiye var ama bizim gideceğimiz hiçbir coğrafya – hiçbir toprak ve en önemlisi de hiçbir Türkiye yoktur.

Sıralamaya çalıştığımız tüm bu gerçekleri göz önünde bulundurarak başta savunma sanayimiz olmak üzere göz bebeğimiz TSK’yı daha da güçlendirmeli, havada ve bilhassa uzayda da var olduğumuzu kanıtlamalıyız. Aksi takdirde kaynayan bölgede bizde o kazanlardaki sermayelerden biri haline geliriz.

Biz, ancak bize benzeriz. Biz, hiç kimseye benzemeyiz. Hem bölge insanı, hem ABD’si – İngilizi – Fransızı ve hem de yedi düveli bunu asırlar önce test edip boyunlarının ölçülerini aldılar. Savaşmayı “günlük yemek ihtiyacı” gibi bilen bir milletin neferleri olarak bizler savaştıkça daha çok bilenen ve bu sayede de daha çok mukavim olan bir milletiz.

Bizim kılıçlarımızın suyu, dökülen düşman kanlarıdır. Ancak bizleri onlardan ayıran en büyük özellik de mazluma – mağdura – düşküne sırt çevirmez ve dil de uzatmayız. Bizler, kendine “Oğlum, Osmanlı’ysa onlardan korkmayın!” dedirten bir neslin devamı ve “Türk; adildir, merhametlidir!” gerçeğinin temsilcileriyiz. Bizim de sabrımız bir yere kadardır, ondan sonra baraj kapağını da ararsınız.“Mevlâm görelim neyler, neylerse güzel eyler!” deriz ancak bu da bir yere kadar olur.

Ez cümle;

Düşmanlarını gözlerinde büyütüp kendi büyüklüklerini unutanlar, küçülür ve yok olup gidersiniz.

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı