BIST9.524,59%-0,06
USD32.7821%0.78
EURO34,8068%0.35
ALTIN2.513,02%1.15

Sağ mı, sol mu?

Atilla Özdür

Abone OlGoogle News
30 Eylül 2019 01:59

“Ülkemizin yapısal sorunlarından bir tanesi de serbest piyasa düzeni yerine devletçiliğin alıp başını gitmiş olmasıdır. Hâlâ en büyük işveren devlettir. Hâlbuki özel sektör eliyle işletilen müesseseler çok daha verimli çalışmakta, israf son derece az olmaktadır. Devletçi anlayışta müsriflik çoktur. “Devletin malı deniz…” diyerek en ufak bir işte dahi büyük paralar harcanmakta, konfordan asla feda edilmemektedir”...

Deniliyor…

Yukarıdaki görüş veya fikir, siyasi düşünce yelpazesinin sağ kenarında yer alıyor, dolayısıyla taşıdığı fikir itibariyle sağcı…

Yoksa, solcuların ağzına mı daha fazla yakışık alırdı?... 

Namazlı niyazlı uyanık bir Müslüman kişiye ait olduğunu söylesem, yazıyı, tereddütsüz yine yelpazenin sağına yerleştireceksiniz...

Doğrudur. Gerçekten de iktisadi düşünce alanında fikir olarak sağ tarafa daha ağır basıyor…

Bunlara karşın, fikrin sahibi, uhreviyat dünyasının sağında yer almayabilirdi de…

Eli kadehli, din iman tanımaz beynamazların da büyük çoğunluğu, sağ tarafta koşuştururlar, şu ölüsü kandilli yalan dünyada…

Şunu demek isteriz. Sağ düşüncenin, sağcılığın, dinle imanla ilgisi yoktur…

Yedi düvel seyrederken Yunan’la sürdürdüğümüz ölüm kalım savaşında Mustafa Kemal, Hindistan Müslümanlarının gönderdiği yardım parasının bir kısmıyla savaş malzemesi alır. Bir kısmıyla da, iktisaden kalkınıp güçlenebilmek için, İş Bankası kurulur…

Bir de, bilgi ve tecrübe sahiplerinin davet edildiği İktisat Kongresi

Görüşülecek, danışılacak ve planlamalar yapılarak bu memleket istiklaline kavuşacak…

Mustafa Kemal, haydi çok kullanılan ismiyle analım, Atatürk, sağ yanını geri plana verip, sol tarafından ayaklanarak devlet eliyle sanayi yatırımlara başlar…

Sümerbanklar, Etibanklar, çimento, şekerdi, yoldu, köprü ve şimendiferdi falan derken, ülkemiz, milletlimiz ve devletimiz, şöyle biraz silkelenir…

Bu arada içerinin iç siyasetinde de bir takım hareketlenmeler oldu. Takvim değişti, alfabe değişti, itikatlar değiştirildi ve kanunlarla kitaplar kopyalandı. O günlerde KHK uygulaması yoktu amma, sıkıyönetimin darağaçları vardı. Ne hak yere pek çok canlar da yakıldı…

O günlerde dünya, enikonu tutuşmuş, devletler birbirleriyle boğuşuyordu. Atatürk ölmüş. Kıtlıklar başlamış. ÖZEL SEKTÖR karaborsa ve muhtekirler de epeyi yol almış ve sermaye biriktirmişti. İşte tam da bu kertede haram paranın içinde yüzen tüccar takımı, Atatürk’ün işin başındayken ikinci plana bıraktığı sağcılığını uyandırmaya başladı…

Atatürk şöyle demişti;

Büyük işler büyük sermaye ister. Özel sektörde bu yok. Biz, devlet eliyle yapalım, tüccar parayı bulunca, onlara devrederiz”...

Atatürk’ün izinden gidenler de işte hep böyle yaptılar. Onun izi olan sağını takip ettiler…

                   

Harp bitti. Harp zenginleri paralarına güvenerek demokrasi istedi. Menderes, İnönü’ye restini çekti. Savaşın galibi ABD de bunları destekledi ve İnönü’den “Çok partili demokrasi” ricasında bulundu…

Devletin, dolayısıyla kamunun elinde bulunan büyük işletmelerin yavaş yavaş, İzmir İktisat Kongresi’ndeAtatürk’ün yanında yer alan birinci nesil Atatürkçü sermayenin mülkiyetine devredilmesi planlandı…

Türkiye, devlet ve hükümetlerin solun kıyısından bir manevra ile sağ kulvara oturtuldu…

Türkiye’de solcular hiçbir vakit iktidara getirilmedi. Solcu gibi düşünenler geldilerse de, komünizme kadar uzanmamak kaydıyla sadece denemede bırakıldı. Zamanın teknik icabı Atatürk’ün soldan başlayıp sağa geçişi gibi, CHP de, onun çizgisini takiben hep sağdan yürüdü. Ortanın solu hikâyesi dağ gibi bir gaf idi. Hiç kimse sağın minderinde Demirel’in karşısına çıkamazdı. Devlet Başkanları Tayyip Erdoğan, memleketin dâhildeki sivil işlerinde biraz solcu gibi görünse de, genel politikasında sağın nirengi taşı oldu. 

Darbeci askerleri hiç sormayın. Ölünceye kadar krallık yaptılar. Neydi o, tabii senatörlük?… 

Daha işin başındayken, 20’li yıllarda Atatürk’e demişler ki;

Devlet desteğiyle zengin yaratılırsa, bu hastalık bizim gibi memleketlerde üst idareci kadrolara da bulaşır. Bunlar dâhildeki zenginlerle ortaklık kurarlar, rüşvete de dalarlar ve eline geçirdiklerinin on katını şuna buna sus payı olarak dağıttıklarında, devletin de kolu bacağı kırılır”...

Hindistan Müslümanlarının savaş yardımından artan parayla kurulan İş Bankası kredileriyle özel kesimde sermaye birikimini tamamlama çalışmaları, kendinden beklenenleri verdi. Devlet destekli özel teşebbüsler birbirlerini takip ettiler ve özelleştirmeler yoluyla da bu takip, halen gündemde…

Sağcılıkta, altın günlerimizi yaşıyoruz… 

Zamanla birlikte, hayat tarzımızdaki topyekûn değişim, milli sermayeyi özelleştirirken, beşeri münasebetleri de etkilemeye devam ediyordu. Batı Hıristiyan kültürüyle yetişen Cumhuriyet’in yeni nesli, içinde yaşadığı kendi ailesiyle çatışır duruma düştü. Oysa o günlerin aileleri arasında henüz gelenekçi değer ve görüşler terk edilmemişti. Devlet tarafından zenginleştirilen birinci nesil ahfadından aydın kişilerin kendi özüne yabancılaşmadan çağdaşlaşmaları da asla imkânsızdı…

Yabancılaşma ise dinden uzaklaşmayı gerektiriyordu. İşte bu uzaklaşma, “devlet malını denize” çevirdi…

Devlet işletmelerinin verimsizliği ve özel sektördeki verim üstünlüğünde temel etken, Müslümanlarla birlikte Türklerin de kendilerine yabancılaşmalarından…

Bir misal verelim. Ne devlet işletmesidir ne de özel teşebbüs. Koskocaman bir sendika ve bir de işçi emeklilik yardım sandığı…

Toplanan aidatlar milyonları bulur. Bankalardan bir özel bankaya yatırılır…

Bankanın faizi yüzde yedi, enflasyonun nispeti yüzde kırk sekiz…

Sendika görevini yapamaz, çünkü parası yetmez. Tasarruf ve yardım sandığı da hastalanan üyelerine ilaç bulup veremez. Zira bankadaki yatırımı durduk yerde erimiştir…

Seçimle gelen ve resmen atanan yöneticiler de özlerine yabancılaşmış Türk ve Müslüman…

Erken Cumhuriyet yıllarında devletin ekonomi içindeki payının yüksekliği sadece Türkiye’ye has değildi. Savaş şartları dünya genelinde devletçiliği öne çıkardı. Özel sektörün varlığı pek hissedilmediğinden, israfçılığı da gözle görülemiyor, dillere düşmüyordu. Ayrıca özel işletmelerin sayıca nispi azlığı vergi kaçakçılığının dikkatlere çarpmasını önlemekteydi…

Günümüzde özel sektörcülük dediğimiz iktisadi sağcılık ortamında devletin tahsil edebildiği bütçe geliri, edilmesi gerekenin sadece dörtte biri. Zira özel sektör, dört bir cepheden devlet desteğiyle ayakta…

Sıkıştığında, “YETİŞ DEVLET BABA”!..

Başını alıp giden devletçi müsrifliğin, sabit sermayede mülkiyetin aidiyetiyle doğrudan bir bağlantısı olsun, hikayedir… 

Akit TV köşe yazarı