BIST9.471,73%-0,55
USD32.5943%0.20
EURO34,8424%0.45
ALTIN2.496,93%0.50

Senelik bakım ve onarım...

Atilla Özdür

Abone OlGoogle News
12 Eylül 2019 01:11

Demokrasi veya klasik Cumhuriyet. Toplumun sağlık ve selameti için el ele çalışan üç kuvvet... 

Adaleti gözeden, işleri yürüterek halkın memnuniyetini sağlayan ve bunların kontrol mercii. Kısacası, yargı, yasama ve icra...

Bunlar ayrı ayrı ve tam yetkiyle bağımsız çalışacaklar. Kendi sınırlarının dışına taşarak diğerlerinin işlerine karışıp müdahale etmeyecekler...

Şimdi klasiğinde icra adı verilen hükümet yerine kaim Devlet Başkanlığı, hapishanelerdeki yer darlığına karşı bir af tasarısı düşünüyormuş...

Epeyi bayatlamış taze bir mesele...

Kontrol ve denetim mercii denilen Meclis bu hareketi dikkate alacak, gerekli olup olmadığını araştıracak. Haksızlıklara kurban gitmiş masumlar tarafından olumlu karşılanıp karşılanamayacağı hususunda araştırmalar yapacak ve neticede başkanlık hükümetine, OLUR veya OLMAZ diyecek...

Kendi başına bu teşebbüse gücü kuvveti yetmeyeceğine göre, işi gücü bu kadar...

 

Hâkimiyetin sahibi olduğu söylenerek pohpohlanan millet ola ki, Meclisin OLUR kararını beğenmeyebilir...

Devlet Başkanı çoğunluk sahibi olduğunda, bu düşüncesi kanunlaşır. Amma, kendini hâkimiyetin sahibi gören halk da, bu kanunu meclis dışında tartışmaya açabilir. Şehit aileleri ister mi kendileriyle dalga geçilsin? 

Mesele yargıya götürülür. İşler bu kerteye vardığında yargı mercii de meseleyi rüyete alırsa, af kanununun adalete uygunluğu noktasından bir hükme varıp kararını açıklar...

Evet, Meclisin kararı yerindedir ve geçerlidir”, gibi...

Ya da, “Hayır, bunca mağdur edilmiş yüreği yanık masumların hak kaybına sebebiyet vereceği gerekçesiyle, olmaz” diyerek, Meclis kararını iptal de ediverir...

Bu üç bağımsız gücün birbirlerine akıl fikir verip tavsiyelerde bulunmaları ya da “asarım keserim ve tayin eder giderim” tarzında tehdide kalkışmaya hak ve yetkileri yok... 

Meclis’in şimdiki yapısında gözlenen “tek partinin mutlak çoğunluklu” pozisyonu itibariyle durum böyle. Mutlak çoğunluğa sahip olan parti veya partiler bileşkesi, Hükümeti takozlayabileceği gibi, hükümet partisi veya DEVLET BAŞKANLARI, idareyi diktaya doğru kayabilir de...

Başkanlık hükümetlerinde bakanlar seçim yoluyla gelmediklerinden atanmalarında kendi uzmanlık alanlarının etkisi büyük olabiliyor. Milli Savunma Bakanımızın Genelkurmay’dan gelişi, Sağlık Bakanının da sağlık sıhhat pazarının güçlü bir yatırımcısı oluşu gibi...

Ne var ki, bakanlıkların çalışma şemalarında hükümetlerin anayasalı sistemlerde yer aldığı gibi kuvvetlerin birbirlerinden ayırımı söz konusu edilmiyor. Bakanlar, verimlilik esası üzerinden gittiklerinden, uygulamalarında kendi konseylerinden serbest hareket edebiliyorlar...

Sağlık Bakanımız da bu serbestliğin kendisine tanıdığı hak ve yetkilerini kullanarak sahibi olduğu hastanesini, sınıflandırmada, “En ziyade korunmaya layık hastaneler” sınıfına ayırmış...

Hükümet de, bu derecelendirmeyi dikkate alarak hastane için Atatürk Orman Çiftliğinde tevsii alanlar düşünüyormuş

Tevatürler böyle...

Sağlık Bakanlığı toplumun genel sağlığını koruyucu politikalardan sorumlu bir organ olup kendi bünyesinde birbirlerinden bağımsız karar verme yetkisine sahip birimleri bulunmalı. Halkın sağlığı hizmetini vatanın bütünlüğüne adilane biçimde yayarken sivil ve resmi hastaneleri planlamak, bunların sınıflandırılarak yetkilendirilmeleri, çalışma şartları, personel ücret ve özlük haklarında belirleyici kıstaslar vs. gibi idari ve sosyal politikalar, gibi...

Gerektiğinde bakanların tek başına aldıkları kararlara sağlam gerekçelerle karşı çıkacak demokratik birimleriyle, toplumun yüksek menfaatleri korunabilmeli...

Partili başkanlık sisteminde çoğunluk partisiyle birlikte icranın tek yetkili karar mercii olan Başkan, aynı bütünlüğün içinde yer alıyorlar...

Mebusların ondalıklı pozisyonları itibariyle durum böyle...

Başkanlarının partisi Meclis’te azınlığa düşünceye kadar bu böyle devam edip gider. Düşmeyi müteakip de krizler, mutlaka başlar...

Ne yapmalı?....

Şimdi tam bu kertede biraz dikkat buyuralım. Bu tarz-ı yönetim bir yılını bitirdi. Nerede takıldı, nerelerde açıldı. Yönetimde sürat isteniliyordu, sürat/zaman dengesizliği pek çok ailenin mağduriyetine yol açtı...

Meclisten beklenen hizmet, kanun yapmak, icraatları kontrol etmek idi. Kanunlar tıka basa doldurulan torbalardan bir seferde döküldü. Doldur boşalt sürecinde ocaktaki yemeğin tadına tuzuna bakıldı mı?... 

Meclis’in sesi sedası hiç duyulmadı...

Bir zamanlar İşçi Partisi adı ile anılan parti, bir düzine mebusuyla dört cepheden de Meclis’i kendi etkili inhisarına almıştı. Maddi ve akçalı değeri, Atatürk üzerine bindirilmiş abartılı ya da gerçek manevi önemi üzerinde en ufak lakaydiliği dillerine dolayarak meclisi meskenetten korurdu...

Şimdinin günlerinde bizim Meclisimizin böyle bir derdi yok...

   

Sağlık Bakanlığı Sağlık Bilimleri Üniversitesi İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin dört katlı poliklinikler binasında kapasitesi beş kişilik bir tek asansör...

Müşterileri de hemen hemen silme altmış beşlik. Ortalama yaş seviyesi yükseldikçe görülüyor ki, asansörlerin de yükü artıyor...

Poliklinik kayıt masalarında birkaç dalın hastalarına hizmet veriliyor. Kadın doğum ve kardiyoloji masasında vazifeli memurlar bir günlüğüne geri çekilmiş (10 Eylül 2019). Hizmetin bir başka masaya aktarıldığına dair hastaları bilgilendirici bir emare yok.

Dahası haylice düşündürücü...

Üçüncü kattan arka bahçeye açılan imdat kapısı üzerinde vaka anında hastalar için önemli bir kaçma kurtulma bildirisi...

“PUSH BAR TO OPEN”

Hastane Türkiye’de. Hastalar bütünüyle Türkçe konuşan ve sıradan vasat insanlar, yabancı dil bilmeyen yaşlı kişiler...

En ziyade korunmaya layık hastane sayılabilmenin kriterleri nedir? 

Akit TV köşe yazarı