BIST9.530,47%-0,18
USD32.5012%0.10
EURO34,7862%0.37
ALTIN2.477,89%0.63

Uçmayalım, düşeriz…

Atilla Özdür

Abone OlGoogle News
23 Eylül 2019 07:41

Celal Nuri İleri Batıcı fikir adamlarımızdan olup, Cumhuriyet’e miras bir zat. Meşhur İçtihat “dergâhında!” Avrupa’dan damızlık erkek ithal fikriyatında Abdullah Cevdet ile birlikte çalışmış...

Mecelle veKanuni Esasi’de olmak üzere idari sistemde iki önemli yanlış tespit edince, Mithat Paşa, bütün Fransızca bilenleri bir araya toplar ve bir de dışarıdan getirdiği anayasa tercümesini ele alarak, üzerinde tartışırlar...

Acaba milletimiz hangi dini, tarihi ve ruhi saiklerin zorlamasıyla bu anayasayla meşrutiyete yönelmiştir? Her kanun her yerde ve her zaman faydalı olabilir mi? Bir millet, ruhunu değiştirmeden müesseselerini değiştirmeye kalkışabilir mi?

Cumhurun ruhuna uymayan fikirler, kanuni mevzuatlar sert tepkilere yol açar. Hürriyetin lüzumundan fazlası da, anarşiye...

Böyle bir durumda ne yapmalı, hürriyeti mi kısıtlamalı, yoksa halkı mı hazırlamalıydı?...

Bu soruların cevabını bulamazlar. 1876 Kanuni Esasi’deki başarısızlığın sebebi de bundandır. Nitekim. Abdülhamid, üç ay sonra Meşrutiyeti rafa kaldırır. 33 yıllık Abdülhamid devri başlar...                                

Celal Nuri’ye göre memleketimiz son derece farklı inanç ve düşünceleri sinesinde barındırmakta. Fakat, nasıl olur da Mithat Paşa, İslamlık ve Türklük esaslarını unutup hürriyete kucak açar?

Halbuki evvela bize uygun düşecek yetiştirici ve hürriyeti tanıtıcı bir anayasa lazımdı...

 •

Parlamentarizmin pek çok faydaları yanında sakıncaları da vardı. Bu gerçeği de göremedik. Eski Osmanlılar zamanından bu yana süregelen ihtiyaçlarımızın değişmesine rağmen, vakıfçılıkta eski anlayışa bağlı kaldığımızdan, çok geriledik...

Hâlbuki vakıf, mülkün gasp tehlikesine karşı sahibinin bir nevi sigortasıydı. Ayrıca vakıf, toplum menfaatine bila karşılık kolektif kaynaktı. Sonradan kötüye kullanıldığı için değiştirilmesi gerekirdi. Bunlar yapılmadan meşrutiyetin hürriyet mevsimine geçildi...           

Hakiki vakıf, ciddi bir maksada mebni olanıdır. İyiliksever bir kişinin bıraktığı emvalin amacından saptırmamak kaydıyle koruyucu sigortası. Oysa bakıyorsunuz, zengin bir ailenin sahip olduğu maddi değerlerin herhangi bir sebeple geride kalan yakınlarına intikal edemeyebileceği ihtimaliyle, onlara bağışlanarak vakfediliyor. Vakıf, kökten bir reform geçirmezse mülk elden gider”...

Celal Nuri ve arkadaşları böyle düşünürler...

Bunun doğrulanmasını biz şahsen Bursa’da gördük. Bursa köylerinde hemen bütün araziler, zengin hemşehrileri tarafından çoğunlukla köy halkının umumi menfaatlerine vakfedilmiş. Benim bildiğim, Cumalıkızık bölgesinde meyve sebze bahçeleri, çeşitli tarım arazilerinin yanında benzinlikler ve su arklı değirmenler gibi... 

Köy tüzel kişilikleri kaldırılınca bağlı olduğu belediyeler, köy halkı adına vakfedilen bütün değerlere el koydular. Uludağ tepelerinden fışkıran memba sularına kadar vakfedilen değerler, üç kuruş karşılığında utanıp sıkılmadan elin kapitalistlerine ikram edildi...

Şimdi Bursalılar, ellerindeki bir bardaklık vakıf suyunu GÂVURLARA, bir çeyrek lira vermeden içemiyorlar...

   

Çengelköy’deki Kuleli Askeri Lisesi, önemli kültür zenginliklerimizin başta gelen tarihi değerlerinden biridir. Genelkurmay hükümet emrine verilince, askeriyenin kontrol ve denetiminden alınarak Maliye Hazinesine devredildi...

Bilfarz, mülkiyetinde üniversite bulunan bir vakıf, programladığı deniz konularıyla ilgili fakültesine destek amacıyla Kuleli’nin fiziki varlığından uzun vadeli intifa hakkı talep ettiğinde, hele bir de referansları her konuda hakim fikriyatla uyum halindeyse...

Devletin yetkili bürokrat ve danışmanları, bu talebe “hayır” diyebilirler mi?... 

Adım başına bir vakıf üniversitesi...

Zahirinde vakıfları güzellemek amacıyla kuruluş felsefesine uygunluk sağlama amacıyla bu üniversitesine BURS cilası çekilir...

Kamu yararına gerektiğinde bila ücret talebe okutuyorlar...mış...

Halk, bilsin de öğrensin... 

Osmanlı cambazları tarafından rotasından saptırılan vakıflar, bir ucuyla ibadete açılan kapısını çürüterek istismarcılığa açık hale getirmiştir. Ticaretten gelip işi yine ticarete döken vakıf üniversitelerinin üzerine yerleştikleri sabit sermayeleri de, bila istisna, tarihten miras, bedavadan oturdukları kamu binaları...

Üniversite kapitalizmi, ilk birikimini vakıflar eliyle kamudan elde etmiştir denilse, yanlış mı olur dersiniz?...

   

Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminde yasama ile icra tek kalem misali birlikte hareket ediyorlar. Bu tarz yönetim şekli gerçi bizim kadim tarihimizden bir model idiyse de, sultanlar için imani vazife olan elde kılıç savaş meydanında yer alma cevvaliyetini saraylaşmayla rehavete dönüştürdü...

Rehavetin kemiyet ve keyfiyetteki çeşitlenmesi, cevvaliyeti baskıladığında, hiç lamı cimi yok, toprak, parça bölük kutsallığını kaybeder...

Oysa toprak vatandır. Uğrunda sadece ölünür...

Toprağı, “ölüm için-keyfe ma yeşa” yaşama aracı yapamazsınız. Niteliğindeki kutsallığı tapuya bağlayıp, parça bölük yabancıya satamazsınız...  

Tarımda verimlilik de, toprakta bütünlülük ister, unutmayalım...

15 Temmuz’da toprak aşkına şehitliğe koşturma, diğer tarafta da, buna karşın, bütçe denkliğine yabancıya toprak satma... 

Akit TV köşe yazarı