BIST9.716,77%-0,05
USD32.4899%-0.24
EURO34,9278%0.21
ALTIN2.438,48%0.63

Başkan Erdoğan’dan, “teşekkür” telefonu!

Ali Karahasanoğlu

Abone OlGoogle News
01 Nisan 2020 10:22

Bugüne kadar, Tayyip Erdoğan lehine, onlarca yazı kaleme aldım..

Samimiyetini, dik duruşunu, bu millet için ihlasla çalışmasını takdir ettiğim için, lehine övgülerde bulundum..

28 Şubat’çılar mahkum etmek istedi..

Darbecilerin hangi ayak oyunları ile bir siyasetçiyi devre dışı bırakmak istediğini deşifre etmeye çalıştım..

27 Nisan muhtırası verildiğinde, dik duruşunu alkışladım..

AK Parti’yi kapatma davasındaki “boyun eğmeyen” tavrını destekledim..

17-25 Aralık’ta, FETÖ’nün akılalmaz iftiralarına karşı, Tayyip Erdoğan’ı savundum..

Hatta..

AK Parti içinden çıktığı halde.. Bazı makamlara geldikten sonra, küçük küçük hesaplarla ayrı partiler kurup, meydana çıkanların nankörlüğünü hatırlattım, Erdoğan’ı devirmek isteyenlerin yanlış yaptıklarını hatırlattım. .

Hain darbe sonrasında, FETÖ’cülerin saldırılarına karşı, yine Erdoğan’dan yana tavır aldım..

Bu desteklerim sebebi ile, ne sıfatlarla anıldım!

“Yalaka” diyenler mi?..

“Yağcı” diyen mi?..

“Ne alıyorsun, avantan ne kadar” diyenler mi?..

Daha ağır, sövgü dolu ifadeleri es geçiyorum..

"Samimi", "pazarlıksız", "karşılıksız" desteğimi, bir menfaat karşılığında yazılıyormuş gibi göstermeye çalışanlara karşı..

O yazılarımın hiçbirisinde, Tayyip Erdoğan’dan bir telefon almadım.

“Desteğin için teşekkür” sözüne muhatap olmadım..

Sitem için söylemiyorum..

Bir tespit için hatırlatıyorum..

Erdoğan’ın; kendi şahsına yönelik desteğe bile göstermediği bir "övgü"yü..

Bir “teşekkür”ü..

Adı bile geçmeyen bir yazıdan dolayı..

Direkt kendisine destek olarak yorumlayamayacağınız bir yazıdan dolayı..

Bir gazeteciye, nasıl samimi duygularla teşekkür ettiğine, kendi örneğimde şahit oldum.

“Samimiyet”ini, “ihlas”ını, “millet için çalıştığı”nı, “hesabi değil hasbi olduğu”nu bana bir defa daha ispat etmiş oldu..

Şöyle düşünebilirsiniz..

Şu vakıf, bu vakıf..

Övülse ne olur?

Sövülse ne olur?

Erdoğan’a ne?

Ülkenin Cumhurbaşkanı’na ne?

Sövenler sövüyor zaten..

Bir-iki kişi de överse över..

Cumhurbaşkanı, o övgülerle niye uğraşsın ki?

Hele şu günlerde..

Dünyayı saran, binlerce ölüme sebep olan bir salgın döneminde..

Türkiye’de toplantı üzerine toplantı yapılıp, “Bu belayı, en zararsız şekilde, nasıl atlatabiliriz”in planlamaları yapıldığı bir dönemde..

Bir Cumhurbaşkanı..

İşi gücü mü yok ki, vakıflar lehine yazılmış bir yazıdan dolayı, vaktini ayırıp, yazarına teşekkür etsin..

Ama yaşandı işte..

“Bize yeni Ömer’ler lazım” diyen Başkan..

Gerçekten “Ömer olmaya çalıştığını” gösterdi..

Şahsı için değil..

Menfaati için değil..

Koltuğu için hiç değil..

Bu ülkenin kültürünün vazgeçilmezlerinden “vakıflar” için..

İslam’ın en önemli toplumsal dayanışma müesseselerinden birisi olan “vakıflar”ın desteklenmesi için..

Şahsına yönelik, savunmalar/destekler döneminde bile göstermediği yakın ilgiyi, vakıfların desteklenmesinde gösterdi..

Tabii ki aslında teşekkür, bana değildi..

Teşekkür, o vakıflara idi..

O vakıfların, sağlık çalışanlarına yurtları açan, "takdire şayan" kararlarına idi..

Onun içindir ki..

Görüntüde bana teşekkür etse de..

Başkan Erdoğan, “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu, gelir de adl-i ilahi sorar Ömer’den onu” bilinci ile görev yaptığını göstermiş oldu..

Sağlık çalışanlarının fedakarlığına karşı, hemşirelere, hastabakıcılara, doktorlara, tüm sağlık için hizmet verenlere..

Sonrasında da..

"Sağlık için çalışanlar"a destek veren vakıflara sahip çıkılması gerektiğini hatırlatmış oldu.

Başkan Erdoğan, Hz. Ömer’in, çocuklarına çorba yerine su kaynatan anneyi öğrenip, sırtına un çuvalını alıp, ona götürmesi hassasiyetini yaşatmaya kararlı olduğunu gösterdi.

Sağlık çalışanlarının, kendilerine bulaşması ihtimal dahilinde olan virüsü evlerine taşımamak için yaşadıkları tedirginlikte, onlara kapılarını açan vakıfların ne kadar doğru bir karar aldıklarını, adeta sırtına un çuvalını alarak, su kaynatan anneye götüren Hz. Ömer örneğindeki gibi, 21. asırda yaşatmış oldu..

“Toplantı” demedi.. “ABD Başkanı ile birazdan görüşeceğim” demedi. “İncelenmesi gereken taslak çalışmalar” demedi..

Hz. Ömer olma yolundaki gayretini gösterdi..

“Suçladıkları vakıflarımız, sağlıkçılarımızın emrinde!” başlıklı yazım sebebi ile, yazıda isimleri geçen İlim Yayma Cemiyeti’nin Genel Başkanı Yusuf Tülün Bey de aradı..

“Biz İlim Yayma ailesi hep işimize baktık. Takdir sahibinindir, inancımızdan hiç taviz vermedik. Allah vardır. O; bizim rabbimizdir. İşte bu inancı/kültürü yeni nesillere aktarmadır gayretimiz” dedi..

Bire bir bu..

Harfi harfine bu..

Özellikle, tekrar tekrar hatırlatıyorum, virgülüne kadar bu..

Hani o birilerinin “Paralar vakıflara aktarılıyor” diye suçlamaları olduğu için.. Tüm ayrıntıyı samimiyetle aktarıyorum..

Belki utanırlar diye..

Ensar Vakfı Başkanı, İsmail Cenk Dilberoğlu da, “Bugünkü yazınızdan ötürü çok teşekkür ederiz. Allah razı olsun, böyle destekler çok önemli bizler için. Rabbim sizlere de yardım etsin. Allah’a emanet olun” mesajı ile teşekkür etti..

İşte tablo bu..

Hz. Ömer gibi olmak isteyenler..

Kendisini Allah yoluna vakfedenler..

Ve onların ayaklarına değecek “taş” olmaya soyunanlar..

“Allah yolunda çalışanlara, nasıl zarar verebiliriz” diye, gece gündüz düşünenler..

Bire bir yaşadığım olayı aktardım..

Takdir, siz okuyucuların..

Kim, ne için mücadele veriyor..

Kim menfaati için, kim millet için çalışıyor, takdir sizin..

Ali Karahasanoğlu

Akit TV köşe yazarı