BIST9.057,89%2,85
USD32.3159%0.07
EURO35,1156%0.13
ALTIN2.292,78%0.67
Dünya

ABD'den Libya yaklaşımı! Kayıtsızlıktan ihtiyatlı angajmana

ABD'nin son dönemde, meşru hükümete destek mahiyetindeki açıklamaları ve Rusya'nın askeri hareketliliğinin yakından izlenmesi, bu ülkedeki gelişmelere daha duyarlı hale geldiğinin işareti.

Abone OlGoogle News
04 Haziran 2020 11:49

 

Son dönemde Türkiye’nin desteğini arkasına alan Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin (UMH) darbeci general Halife Hafter güçleri karşısında ilerlemesinin ardından, Mayıs ayının sonunda Amerikan yönetiminin attığı bazı adımlar, akıllara ABD’nin Libya politikasında bir dönüşümün yaşandığını getiriyor.

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun Libya Başbakanı Fayiz es-Serrac’la 22 Mayıs’ta yaptığı telefon görüşmesinin ardından ABD’nin Trablus Büyükelçisi Richard Norland’dan 26 Mayıs’ta “ABD’nin meşru, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tanınmış UMH ile ortaklık yapmaktan onur duyduğu” açıklaması geldi. Ardından ABD’nin Afrika’daki askeri operasyonlarından sorumlu olan Afrika Komutanlığı (AFRICOM) 29 Mayıs’ta Rusya’nın Libya’da faaliyet gösteren askeri güvenlik şirketi Wagner’e destek olmak için Libya’ya Rus savaş uçakları transfer ettiğini uydu görüntüleriyle birlikte açıkladı.

Şüphesiz bu gelişmeler birbiriyle ilişkili ve ABD’nin Libya’daki gelişmelere daha duyarlı hale geldiğinin birer işareti. Ancak ABD’nin Libya politikasında bir dönüşümün olduğunu iddia etmek için henüz erken. Hatta ABD’nin dönüşebilecek belirgin bir Libya politikasının olup olmadığı bile tartışma konusu. Zira Kaddafi’nin devrilmesi aşamasında ve sonrasında bazı girişimleri olsa da ABD’nin kapsamı ve hedefleri net bir şekilde belirlenmiş bir Libya politikası doğrultusunda hareket etmediğinin işaretleri çok daha fazla.

ABD’nin Libya yaklaşımını etkileyen dinamikler

ABD’nin Libya politikasının Kaddafi’nin devrilmesinin ardından geçen neredeyse 10 yıla rağmen hâlâ şekillenmekte olduğu söylenebilir. Bu politika belirsizliği kaçınılmaz bir şekilde başta Libya’daki yerel gelişmeler olmak üzere bölgedeki güç dengesini ve ABD dış ve güvenlik politikası uygulayıcılarının sürece yaklaşımlarını etkiliyor.

ABD’nin Libya politikasındaki belirsizlikte Barack Obama döneminin mirasının önemli etkisi bulunuyor. Kaddafi yönetimi devrilirken sürece askeri açıdan öncülük etmek yerine “geriden liderlik” tanımlamasıyla düşük bir angajman içine girmeyi tercih eden Obama yönetimi, Kaddafi sonrası dönemde bu angajmanını arttırmasa da siyasi açıdan sürece müdahil olmuştu. Ancak ABD’nin eski Trablus Büyükelçisi Cristopher Stevens’ın 11 Eylül 2012’de Bingazi’de öldürülmesi, ABD’nin Libya politikası ve bunun da ötesinde kriz bölgelerine yönelik politikalarında önemli bir belirleyici oldu. Zira büyükelçinin öldürülmesi, tıpkı 1993’te Somali’de iki Amerikan helikopterinin düşürülmesi olayında olduğu gibi, ABD dış ve güvenlik politikası doğrultusunda Libya’ya yaklaşım özelinde ciddi bir travma oluşturdu.

Obama yönetimi bu olaydan sonra Libya’daki istikrarsızlığı diplomatik veya başka yöntemlerle çözülebilecek bir sorun olarak görmekten ziyade soruna terörle mücadele perspektifinden bakmaya başladı. Ayrıca Hillary Clinton’ın Dışişleri Bakanı olduğu dönemde gerçekleşen bu olay, 2016’daki Başkanlık seçimlerinde Donald Trump tarafından yoğun olarak rakibi Clinton’a karşı etkili bir şekilde kullanıldı. Bu olayın Trump başkan seçildikten sonra da ABD’nin Libya’ya yaklaşımında hafızalarda yer tuttuğu söylenebilir.

Trump, Başkan olmasının ardından neredeyse dört yıl geçmesine rağmen, Libya dâhil olmak üzere kriz bölgelerine yönelik sistematik ve planlı bir yaklaşım gösteremedi. Nev'i şahsına münhasır özellikleri nedeniyle Trump döneminde Amerikan dış ve güvenlik politikasının dağınık ve parçalı bir görünüm sergilediği söylenebilir. Bu durumun kaçınılmaz bir sonucu olarak, Amerikan sivil veya askeri bürokrasisi bazı krizlerde daha fazla inisiyatif üstlenip yeni bir politika geliştirmiş veya bir önceki dönemin politika çizgisini devam ettirmiş, bazı krizlerde ise sürecin, deyim yerindeyse, “kendi haline bırakılması” durumu söz konusu olmuştur.

ABD’nin Libya yaklaşımı, esasında bu unsurların tamamını içermekte. Zira ne Obama döneminde net bir politika belirlenmiş ne Trump ve ekibi Libya’ya yönelik belirgin bir angajman içine girmiş ne de son dört yılda Libya dosyasına sahip çıkan etkin bir bürokratik mekanizma ortaya çıkmıştır.

Bu durumun bir yansıması olarak ABD’nin Libya yaklaşımının lobilerin ve bölgesel güçlerin etkisine daha açık hale geldiği söylenebilir. Nitekim Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkeler darbeci Hafter lehine ABD nezdinde ciddi yatırımlar yaptılar. Bu bağlamda bir yandan profesyonel lobi şirketlerine milyonlarca dolar ödeme yapılıp ABD merkezli düşünce kuruluşlarına fonlar akıtılırken diğer yandan Trump ve yakın çevresi üzerinde doğrudan etki kurup Hafter’i süreçte meşrulaştırma hatta krizin çözümünde tek alternatif olarak sunma girişiminde bulunmaktalar.

Bunun sonucunda örneğin darbesini nihayete erdirmek amacıyla 4 Nisan 2019’da Trablus’a saldırı başlatan Hafter, Trump tarafından 19 Nisan 2019’da telefonla aranabilmiştir. Oysa ABD’nin UMH’yi meşrulaştıran BM kararına öncülük etmesine, siyasi sürece bağlılığını müteaddit defa ifade etmesine ve Hafter’in saldırısına karşı çıktığını resmi olarak dile getirmesine rağmen Trump’ın böyle bir adım atması büyük ölçüde lobi etkisinin gücünü göstermektedir.

Libya’da ortaya çıkan stratejik kaygılar

ABD’nin belirgin ve somut bir Libya politikasını hayata geçirmemesi, krize müdahil olan aktörlerin sahada ve bölgede ABD etkisini dikkate almadan daha rahat hareket etmeleri sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Bu aktörlerin bir kısmı Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesinde BM kararlarını hiçe sayarak Hafter’e yasadışı silah sevkiyatı yapıp paralı askerler gönderirken Hafter güçleri de sahada savaş suçları işliyor ve insani trajedilere yol açıyor. Kendisine verilen desteklerin yanı sıra ABD’nin düşük yoğunluklu angajmanından ve politika belirsizliğinden cesaret alan Hafter, bu eylemleri nedeniyle de herhangi bir yaptırım kaygısı duymuyor.

Buradan hareketle, ABD’nin doğrudan inisiyatif üstlenmemesinin de etkisiyle Kaddafi sonrası dönemde Libya’da bir güç boşluğu ortaya çıkmış ve devam eden mücadele büyük ölçüde bu güç boşluğunu doldurmaya yöneliktir. Bu güç mücadelesinin aktörlerinden Rusya ise son dönemde ABD’nin Libya’daki gelişmelere olan duyarlılığını giderek artırmaktadır.

Obama dönemiyle beraber ABD’nin Suriye’deki pasif angajmanı nedeniyle dengelenmeyen ve bölgede giderek daha etkili bir güç olmaya başlayan Rusya, bu kez ABD’nin Libya’daki politika belirsizliğini de avantajına kullanarak etkisini Kuzey Afrika’ya yayıyor. İşin ironik tarafı, Rusya’nın bölgede etkisini arttırması, Amerikan dost ve müttefikleri olan BAE, Mısır, Suudi Arabistan ve Fransa gibi aktörlerin eliyle yapılıyor. Hafter’in CIA geçmişi ve ABD vatandaşlığı düşünüldüğünde, durum ABD açısından daha trajik bir hal almakta. Nitekim Rusya büyük ölçüde BAE tarafından sağlanan fonlarla gölge silahlı birliklerini Libya’ya göndermiş ve sahadaki gelişmeler Hafter aleyhine dönmeye başlayınca Libya’daki tahkimatını güçlendirme yoluna gitmiştir.

Buradan hareketle AFRICOM’un 29 Mayıs’ta Rusya’nın Libya angajmanına ilişkin yaptığı açıklama, aslında bir nevi durumun aciliyetine işaret eden bir çağrı niteliğinde. Zira AFRICOM tek başına ABD’nin Libya politikasını şekillendiremeyeceği gibi inisiyatif üstlenerek Rusya’nın bölgedeki gücünü de Amerikan siyasal sisteminden bağımsız bir şekilde dengeleyemez. Diğer bir ifadeyle, Trump döneminde AFRICOM, Merkez Komutanlığı’nın (CENTCOM) Suriye özelinde yaptığı gibi bölgede uygulanan politikalar konusunda henüz otonom bir şekilde harekete geçecek bir aktör değil.

Kaldı ki AFRICOM, Pentagon üzerinden Libya’daki Rus etkisini dengelemeye yönelik harekete geçse bile karşısında Amerikan partneri olan çok sayıda ülkeyi ve lobi baskısını bulacaktır. Bu durum, aslında ABD’li politika planlayıcıları ve askeri bürokrasi açısından ciddi bir handikap niteliğinde. Bununla beraber günün sonunda, Rusya’nın Libya’da ve bölge genelinde nüfuzunu arttırması arzu edilmeyecek bir gelişme.

ABD’nin güncel Libya yaklaşımında sahanın etkisi

ABD açısından Libya’daki krize yönelik belirgin ve kapsamlı bir politika oluşturulamamasının maliyeti her geçen gün artıyor. Zira sahadaki gelişmeler, Libya’daki süreci ABD için giderek daha karmaşık hale getiriyor. Bu nedenle ABD’nin Libya politikasının şekillenme sürecinin hızlandığı söylenebilir.

Politika şekillenme sürecinin “bekle-gör” veya “kayıtsızlık” statüsünden “ihtiyatlı angajmana” doğru evrildiği değerlendiriliyor. Bu bağlamda ABD’nin sahadaki son dönem gelişmeleri dikkate alması ve şekillenmekte olan politikasında UMH’ye önceki dönemden daha yakın bir tutum takınması muhtemel. Ancak bu tutum, meşruiyetinden ziyade; UMH’nin son dönemde büyük ölçüde Türkiye desteğiyle sahada elde ettiği kazanımlarla ABD’nin Rus etkisini dengeleme isteğiyle ilişkili. Zira UMH’nin meşruiyeti ilk aşamadan beri bulunmaktaydı.

Öte yandan ABD’nin ihtiyatlı angajman yaklaşımının kapsamlı bir politikaya dönüşme sürecinde 2020 Kasım ayında düzenlenecek ABD Başkanlık seçimlerinin etkisini de göz ardı etmemek gerekir. Zira seçim sonucunda Başkanlıkta yaşanacak değişim, ABD’nin Libya politikasızlığının seçimden sonra en az 6 ay daha sürmesine neden olacaktır. Trump’ın yeniden başkan seçilmesi halindeyse, (nev'i şahsına münhasır özellikleri saklı kalmak kaydıyla) Libya politikasının şekillenmesine yönelik sürecin daha hızlı olacağı söylenebilir. Her iki durumda da önümüzdeki 6 aylık periyotta sahada yaşanacak gelişmelerin ABD’nin Libya politikasının şekillenmesi üzerinde kaçınılmaz etkileri olacaktır.

Yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.600 karakter kaldı
×

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir.
Yazılan yorumlar hiçbir şekilde akittv.com.tr’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.
Yazılanlardan akittv.com.tr sorumlu tutulamaz.

0 Yorumlar
  • Yeniden eskiye
  • Eskiden yeniye
  • Öne Çıkanlar